YARGITAY KARARLARI

KAZANÇLAR KONUSUNDA TANIK DİNLENMESİ

Tanık anlatımlarıyla yetinilmeyip meslek kuruluşundan bilgi istenmelidir.
Davacı, incelenen bordrolarda asgari ücretli olarak çalışmış görünmesine rağmen, tanıklar aksini açıklamışlarsa, öncelikle nitelikli veya niteliksiz işçi grubundan hangisine girdiği, yaptığı iş ve ünvanı itibariyle asgari ücretle çalışıp çalışmayacağı değerlendirilmeli; gerekirse meslek kuruluşundan kıdemi, iş ve ünvanına göre ne kadar ücret alabileceği sorularak sonucuna göre karar verilmelidir.
(9.HD.14.05.1997, 4925-8984) (YKD.1998/7-999)

Tanık anlatımları çelişkili ise, bordrolara göre hesaplama yapılmalıdır.
Davacı, davalı işyerinde çaycılık, temizlikçilik yapmakta olup, asgari ücrete göre düzenlenen bordroları önkayıt koymaksızın imzalamıştır. Davacı tanıklarının aylık ücret miktarına ilişkin kesin ve açık bir anlatımları yoktur. Davalı tanıkları ise bu konuda bir takım rakamlar vermişlerdir. Ankara Ticaret Odası yazısında çaycılık, temizlikçilik, bekçilik yapan işçilerin asgari ücretle çalışabileceği görüş olarak bildirilmiştir. Bu durumda yapılacak iş, davacının vasıfsız işçi olduğu ve yaptığı iş dikkate alınarak, bordrolarda geçen ücret üzerinden hesaplama yapılmak üzere bilirkişiden ek rapor alınmak ve buna göre karar vermektir.
(9.HD.04.05.1998, 6526-8190) (Yasa HD.1999/2-263,no:126)

Tanık anlatımları çelişkili ise, meslek kuruluşundan ücret sorulmalıdır.
Arada yazılı bir sözleşme bulunmadığına ve tanıklar da çelişkili bilgiler verdiklerine göre, işçinin alabileceği ücretin ilgili meslek kuruluşundan sorularak açıklığa kavuşturulması gerekir.
(9.HD.24.05.2001, 6224-8839) (İBD.2002/3-824)

Taraf tanıklarının karşıt beyanları karşısında, meslek kuruluşundan ücret sorulmalıdır.
Davacı, işyerinde tornacı ustası olarak çalıştığını ve ayda net on milyon lira ücret aldığını ileri sürmüş; davacı tanıklarının on milyon ücreti doğrulamalarına karşılık, işyerinde çalışmaya devam eden davalı tanıkları ücretin dört milyon olduğunu söylemişlerdir. Davacının torna ustası gibi vasıflı bir eleman olduğu tartışmasızdır. Böyle bir elemanın asgari ücretle çalıştığının kabulü gerçekle bağdaşmaz. Böyle bir durumda yapılacak iş, işyerinin özelliği ve hizmet süresi gözönüne alınarak ilgili meslek kuruluşundan istenecek bilgiler doğrultusunda davacının gerçek ücretinin saptanması olmalıdır.
(9.HD.15.09.1998, 10223-13047) (Yasa HD.1999/4-548,no:273)

Ayrıntılı ve somut açıklamalarda bulunan tanık anlatımlarına değer verilmelidir.
Davacı,işyerinde yaklaşık on yıl kadar makineci, yani nitelikçi işçi olarak çalışmıştır. Davacı tanıkları asgari ücretin oldukça üzerinde bir ücretle çalıştığını, rakam vererek açıklamışlardır. Kural olarak imzalı bordrolara itibar edilmelidir. Ancak nitelikli ve deneyimli işçiler için ayrık biçimde sorunun çözüme kavuşturulması gereği gözden uzak tutulmamalıdır. Somut olayda da bu açıdan bordrolar değerlendirmeye tabi tutularak, ayrıntılı ve somut açıklamalarda bulunan tanık anlatımlarına değer vermek gerekir.
(9.HD. 09.12.1997, 14629-20585) (İBD.1998/4-1020)

Taraf tanıklarının birbirini tamamlayan ifadeleri dikkate alınmalıdır.
Davacının garson olarak çalıştığı işyerinin niteliği, hizmet süresi, dinlenen taraf tanıklarının birbirini tamamlayan ifadeleri dikkate alınarak ve bilirkişi raporunda yıllara göre belirlenen ücretler esas alınarak yapılan hesaba göre hüküm vermek gerekir.
(9.HD.04.05.1993, 559-7462) (İş ve Hukuk,1993/237-29,no:2539)

Çalışanların anlatımlarının yanı sıra, ayrıca meslek kuruluşundan bilgi istenmelidir.
Davacının işyeri ve kurum kayıtlarında gözüken aylık kazancını belirlemek gerektiğinde, bu konuyu bilmesi gereken işyeri çalışanlarının beyanlarına başvurmak, mesleki kuruluşlardan bilgi almak ve sonucuna göre karar vermek gerekir.
(21.HD. 04.05.2000, 3511-3605)

Tanık anlatımları yetersiz ise, meslek kuruluşundan bilgi istenmelidir.
Davacı tanığı, davacının ücretinin haftada net 35.000.000 TL. olduğunu ifade etmiş; davalı tanığı da kendi ücreti ile bordro arasında fark bulunduğunu anlatır şekilde beyanda bulunmuştur. Bu hususlar gözardı edilerek bordroya itibar edilmesi hatalıdır. Davacının yaptığı iş dikkate alınarak hizmet süresi ve kıdemi de gözetilmek suretiyle ilgili meslek kuruluşundan, alabileceği ücret sorularak sonucuna bir karar verilmesi gerekir.
(9.HD.01.05.2002, 2001/20831-2002/6967)

Tanıkların somut bilgileri yoksa, meslek kuruluşundan ücret sorulmalıdır.
Davacının aylık ücreti konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Davacı aylık net 900 ABD.Doları ücretle çalıştığını ileri sürmüş, davalı ise aylık brüt 360.000.000 TL. olduğunu savunmuştur. Mahkemece tanık anlatımlarına değer verilerek aylık ücret miktarı 900 ABD. Doları kabul edilmiştir. Davacının işe girdiği tarihte yazılı bir sözleşme yapılmadığı gibi ücret bordrosu da düzenlenmemiştir. Daha sonra yapılan Teknik eleman Sözleşmesi ile aylık brüt ücret 360.000.000 TL. olarak kararlaştırılmıştır. Davacının kredi kartı alması için düzenlenen yazıda aylık 1200 ABD.Doları ücretle teknik müdür olarak çalıştığı belirtilmiş ise de davacı işçi bu belgeye dayanmış değildir. Davacı tanıklarının ücret konusunda somut bilgileri bulunmayıp davacı işçiden duyduklarını aktarmışlardır. Mevcut delillere göre sağlıklı bir sonuca varma olanağı bulunmamaktadır. Böyle olunca, davacının kıdem, unvan ve diğer özellikleri belirtilmek suretiyle ilgili meslek kuruluşundan alabileceği ücret miktarı sorulmalı, alınacak cevap dosya içeriği ile birlikte değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre tazminata esas ücret miktarı belirlenmeli ve saptanacak ücrete göre tazminat hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.
(9.HD.01.05.2003, 2002/23577 – 2003/7451)

Tanık anlatımları farklı ise, meslek kuruluşundan bilgi alınmalıdır.
Davacının iddia ettiği ücretle tanıkların belirttiği ücretler birbirini tutmamaktadır. Ücret belirlenen yazılı belge de bulunmamaktadır. Bu durumda davacının yaptığı iş ve hizmet süresi gibi hususular belirtilmek suretiyle ilgili meslek kuruluşundan emsal ücret tespit edilerek buna göre hüküm kurulması gerekir.
(9.HD.30.05.2003, 2002/26602-2003/9653)

Soyut tanık anlatımları karşısında, ticaret odası yazısına ve bordroya itibar etmek gerekir.
Davacı işçinin aylık ücreti taraflar arasında uyuşmazlık konusu oluşturmaktadır. Mahkemece davacı tanıklarının soyut anlatımlarına dayanılarak onların belirttiği ücret üzerinden tazminat hesaplanmış ise de, davacı işçinin imzasını da taşıyan ücret bordrosunda aylık ücreti gösterildiği gibi, Ticaret Odasından mahkemeye gönderilen yazıda da bu bordroyu doğrular biçimde ödeme yapılması gerektiği açıklanmıştır. Bu durumda bordroya göre hesaplama yapılmalıdır. (9.HD.10.04.2002, 2001/20126-2002/6125)

Tanık anlatımları uyumlu ise, tazminatın buna göre hesaplanması gerekir.
Davacının veteriner hekim ve teknik müdür olarak davalı şirkette çalıştığı konusunda taraflar arasında anlaşmazlık yoktur. Uyuşmazlık ücret miktarı üzerinde toplanmaktadır. Dosya içerisindeki ücret bordroları imzasız olup delil özelliği yoktur. Mahkemece dinlenen davacı tanıkları, davacının aldığı ücreti belirtmişlerdir. Bu değer aynı zamanda davacının dava dilekçesinde bildirdiği miktardır. Dinlenen davalı tanıkları ise halen çalışan işçilerdir. Dört yılı aşkın süredir veteriner hekim ve aynı zamanda teknik müdür olarak çalışan davacının asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına uygun değildir. Mahkemece dosya içerisinde bulunan ek raporda belirtilen ücret üzerinden tazminata hükmetmek gerekirken, aksi düşünce ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. (9.HD.23.10.1997, 13896-18035)

İşveren bordro ibraz etmediğine göre, tanık anlatımları geçerli sayılmalıdır.
Davacı, işyerinde birinci sınıf kalifiye eleman olarak çalışmış bulunmaktadır. Yargılama sırasında dinlenen davacı tanıkları davacının haftada net 1.400,00 TL. aldığını bildirmişlerdir. Buna karşılık davalı işveren davacının asgari ücret ile çalıştığını ileri sürmüş ise de, herhangi bir bordro ibraz etmemiştir. Davacının oniki yıllık bir işçi olması ve pozisyonu itibariyle asgari ücretle çalıştığı düşünülemez. Bu durumda haftalık ücretin yukarda anılan miktar gözönünde tutulmak suretiyle hesaplama yapılması gerekir.
(9.HD.25.12.1996, 17124-24187)

İş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek anlaşmazlıklarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür.
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir. Uyuşmazlık, davacının aylık ücretinin ne şekilde belirleneceği ve ticaret odası tarafından bildirilen ücretin esas alınması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. İş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür. Ücretin mevcut delillerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda, yapılan iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler gözönünde tutularak ve ayrıca ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebilir. Meslek örgütlerince bildirilen ücret miktarları tarafları ve mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmayıp, diğer bilgi ve belgelerle de desteklenmeleri gerekir.
HGK.03.12.2008, E.2008/9-719 K.2008/731

 

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU T. 11.11.2009 E. 2009/4-238 K. 2009/493 YABANCI PARA ÜZERİNDEN TAZMİNAT ÖDEMESİ ÖZET

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
T. 11.11.2009 E. 2009/4-238 K. 2009/493

 

ÖZET : Davacılar, trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Somut olayda, Alman vatandaşı olan davacıların, davalılara ait ticari taksi ile yolculuk yaparken diğer davalının aracı ile çarpıştığı, ilk tedavilerinin Türkiye’de, sonraki tedavilerinin ise Almanya’da yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacılar olaydan sonra ülkelerine dönerek uğradıkları zararı gidermek için kendi ülke paraları ile harcama yapmışlardır. Kazanç ve giderleri yabancı para üzerinden belirlenen yabancı uyruklu kişilerin tazmini gereken zararlarının yabancı para olarak gerçekleştiği kabul edilmelidir. Açıklanan nedenlerle, zararın yabancı para üzerinden talep edilmesine rağmen Türk Lirası üzerinden belirlenmesi hatalıdır.

KARAR : 1- Dava, haksız fiil ( trafik kazası ) nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar vekili; F. Alman uyruklu davacıların, davalı Ali idaresindeki ticari takside yolcu olarak Antalya-Serik istikametinde seyretmekte iken diğer davalı Sabri idaresindeki kamyonet ile ticari taksinin çarpışması sonucu yaralandıklarını, davacıların ilk tedavilerine Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başlandıktan sonra, Almanya’da tedavilerine devam edildiğini; iş göremezlik hallerinin Adli Tıp raporlarında gösterilen süreleri aştığını, davacıların vücut bütünlüklerinin bozulduğunu ve kazadan dolayı elem ve bedensel ıstırap duyduklarını ileri sürerek; davacı Eugen’in kazadan sonra sol kolunun kırılması nedeniyle 8 hafta boyunca iş göremez halde bulunması nedeniyle kazanç kaybı, davacıların boşa giden tatil masrafları, tedavi masrafları, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yatılı tedavi nedeniyle katılım payları ve yol masrafları olmak üzere toplam 23.040-DM maddi tazminat ile diğer davacı Liselotte için 20.000.-DM ve diğer davacı Eugen için 12.000.-DM manevi tazminatın aynen ya da fiili ödeme günündeki Türk Lirası rayici üzerinden ( sigorta şirketinden belirlenen miktarlarla sınırlı olmak üzere ) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemenin, “taraflar arasında bir sözleşme bulunmadığı, haksız fiilden kaynaklanan olay nedeniyle davacıların yabancı para cinsinden tazminat talebinde bulunamayacakları” gerekçesiyle ve maddi tazminat hesabı dava tarihindeki TL bazında yapılmak suretiyle, “Her iki davacı yönünden 1.223.037.300.-TL maddi tazminat ile davacı Eugen için 300.000.000.-TL, diğer davacı Lisolette için 1.000.000.000.-TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline” dair verdiği karar, özel dairece; “1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalıların tüm, davacıların ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2- Davacıların temyiz itirazlarına gelince; dava trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece dava kısmen kabul edilmiş ve karar taraflarca temyiz edilmiştir.
a ) Davacıların Almanya vatandaşı olmaları, olaydan hemen sonra ülkelerine dönerek uğradıkları zararları gidermek için kendi ülke parası ile harcama yapmış bulunmaları gözetildiğinde yabancı ülke parasıyla tazminat isteyebilmelerinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Bu nedenle zararın istedikleri yabancı ülke parası üzerinden belirlenerek bunun fiili ödeme günündeki kur üzerinde tahsiline karar verilmelidir. Mahkemece bu yön üzerinde durulmadan tazminatın Türk Lirası olarak belirlenip verilmiş olması bozma nedenidir.
b ) Davacı Eugen olaydan önceki aylık kazancının 9.000- DM olduğunu iddia ettiğine ve bilirkişi raporundaki açıklama ile davacının 24.09.1999 tarihli bilirkişi raporuna karşı yazılı beyanına göre bu konuda yeniden araştırma yapılmadan aylık kazancının 3.000 DM kabul edilmiş olması da bozmayı gerektirmiştir.
c ) … Davaya konu olan işte davacıların yaralanma dereceleri, olaydaki kusur durumu ve yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde hükmedilen manevi tazminat miktarları azdır. Daha üst düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere karar bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece verilen ikinci karar; özel dairece, bozma ilamının 2/a maddesine ara kararıyla direnilmiş olmasına karşın, gerekçeli kararda bozma yönünde hüküm kurulması nedeniyle usule ilişkin nedenle ve yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece usulü yönden son bozma ilamı doğrultusunda hüküm oluşturularak, esasa ilişkin ilk bozma kararının 2/a bendindeki “davacıların zararının, istedikleri yabancı ülke parası üzerinden belirlenerek bunun fiili ödeme günündeki kur üzerinden tahsiline karar verilmesi gereğine” işaret eden bozma gerekçesine direnilmiş; ilk bozma ilamının 2/b ve 2/c bentlerinde yer alan, “davacı Eugen’in aylık kazancının araştırılması ve davacılar yararına daha üst düzeyde manevi tazminat takdir edilmesi gereğine” değinen bozma nedenlerine ise uyulmuştur.

HUKUK GENEL KRULU KARARI
1- Görüldüğü üzere, bozma ilamının direnmeye konu 2/a maddesi yönünden özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davacıların zararının yabancı ülke parası üzerinden belirlenerek bunun fiili ödeme günündeki kur üzerinden tahsiline karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 23.11.1990 gün ve 3678 Sayılı Yasa ile değişik 83. maddesinde haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmeden doğan alacaklarda yabancı para üzerinden zararın ne şekilde giderileceği konusunda açık ve net bir hüküm bulunmamakla birlikte, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmeden doğan davalarda oluşan zararın yabancı para üzerinden ödenmesine engel emredici ve yasaklayıcı bir hüküm de yer almış değildir. Bu konuda yasada bir boşluk bulunduğu şüphesizdir.
Nitekim İsviçre’de de haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmeden doğan zararlarda İsviçre Borçlar Kanunu’nda zararın yabancı para üzerinden ödeneceğine dair düzenleyici bir hüküm bulunmamasına rağmen, uygulama ve öğretide bu hallerde de zararın yabancı para üzerinden giderilmesi kabul edilmektedir. Bu sonuca şu gerekçelerle ulaşılmaktadır:
Tazminatın amacı, zarar gören kişinin gerçek zararını karşılama olmalıdır. Zararın giderilmesinde hangi para biriminin esas alınacağı sorusu da, zararın hangi para birimi ile tam olarak karşılanabileceği şeklinde olmalıdır. Yasanın amacı, zararın tamamen giderilmesine yöneliktir. Sözleşme dışı tazminat taleplerinde doğru ve hakkaniyete uygun bir sonuca varılabilmesi gerekir. Böylece ileride munzam zarar ve kur farkı davalarına ( BK m. 105 ) meydan verilmemesi ve zararın tam olarak karşılanması için, bu zararın zarar gören açısından tespiti gerekir. Zarar gören açısından zarar, hangi para birimine göre doğmuşsa, o para biriminin tazminat olarak talep edilmesi amaca uygunluk yönünden en uygun olanıdır ( Bkz. BGE 48 II 79:BGE 47 II 194 ). Örneğin deniz taşımalarında kullanılan yabancı menşeli konteyner haksız eylem sonucunda Türkiye’de hasarlanmış ise, hasarlanan konteynerin yerine konulacak yabancı menşeli bir konteynerin Türkiye ve yabancı ülkelerde yabancı para ile alınabileceği belirgindir. Zarar gören kişinin zararı ancak yabancı para ile giderilebilir.
Bu noktada, zarar ve tazminat kavramları hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Hemen belirtilmelidir ki, kaynağı veya hukuki sebebi ne olursa olsun, zarar kavramı, zarar görenin mal veya manevi varlığındaki bir azalmayı; zararın tazmini ise, eğer zarar oluşmasaydı zarar görenin malvarlığı hangi halde olacak idiyse, o halin yeniden sağlanmasını ifade eder.
Doğaldır ki; kaynağına, sebebine ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, hem zararın nitelik ve kapsamı ve hem de tazmini, her olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir. Dolayısıyla, zarar verenin tazminat yükümlülüğü belirlenirken, zarar görenin malvarlığının zararın doğumundan önceki hale getirilmesinin sağlanması esas tutulmalı; bunu tam olarak sağlayacak, eş söyleyişle gerçek zararı gidermeye yeterli olacak miktarda tazminata hükmedilmeli; tazminat miktarı, zarar görenin malvarlığında zarardan önceki duruma göre bir artış sağlamamalı, ancak azalmaya da neden olmamalıdır.
Açıklanan ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.12.2003 gün ve E: 2003/754 K: 2003/749 sayılı ilamında da benimsenmiştir.
Bu çerçevede somut olay değerlendirildiğinde; Alman uyruklu olan davacılar ülkelerinde serbest bahçıvan ve postanede işçi olarak çalışmaktadırlar. Davacıların kazancı doğal olarak DM bazında kabul edilmek suretiyle işten kalma nedeniyle uğradıkları zarar belirlenmiş, DM bazında yapılmış olan tatil masrafları, tedavi giderleri, katılım payı ve yol giderleri nedeniyle uğranılan zarar da DM üzerinden belirlenmiştir.
O halde, davacılar zararının DM üzerinden gerçekleştiğinin kabulü zorunludur. Zarar DM üzerinden gerçekleşip belirlendiğine göre, davacıların tazminat alacağının da aynı para üzerinden gerçekleşeceği kuşkudan uzaktır. Kısaca davacı taraf, davalılardan, yabancı bir para üzerinden gerçekleşmiş bir alacağa sahiptir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve aynı yöne işaret eden özel daire bozma ilamına uyularak, davacıların zararının, istedikleri yabancı ülke parası üzerinden belirlenerek bunun fiili ödeme günündeki kur üzerinden tahsiline karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu tazminatın Türk Lirası olarak tahsiline dair verilen kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
2- Bozma ilamının 2/b ve 2/c bentlerinde yer alan, “davacı Eugen’in aylık kazancının araştırılması ve davacılar yararına daha üst düzeyde manevi tazminat takdir edilmesi gereğine” değinen bozma gerekçelerine açıkça uyularak verilen karar yeni hüküm niteliğinde bulunduğundan, bu yöne ilişen temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : 1- Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ( 1 ) numaralı bentte ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harçlarının geri verilmesine,
2- Yukarıda ( 2 ) numaralı bentte açıklanan yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİ’NE GÖNDERİLMESİNE, 11.11.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
T. 21.9.2004 E. 2003/12164 K. 2004/8663

YABANCI PARA ÜZERİNDEN YAPILAN HARCAMALAR
TALEP EDİLEBİLECEĞİ

ÖZET : Dava, trafik kazası sonucu uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini talebine ilişkindir. Davacılardan Hakkı ve M. Mildred’in davalı tarafından işletilen otobüste yolcu olarak bulundukları, otobüsün yaptığı kaza sonucunda Hakkı’nın ( 3 ) ay, M. Mildred’in ( 1 ) ay süre ile işgöremez halde kaldığı, davacı sigorta şirketince, adı geçenlerin tedavi, bakım giderleri ve hastalık parası olarak toplam ( 46.512.55 ) Alman Markı ödeme yaptığı ve harcamaların uygun olduğunun belirlendiği gerekçeleriyle dava mahkemece kabul edilmiştir. Yolcu taşıma sözleşmesinden doğan davalarda zamanaşımı süresi on yıldır. Olayda dava süresinde açılmakla birlikte, yapılan harcamalar da davacıların yaralanmaları ile ortaya çıkan neticeye uygun olduğundan hükmedilen tazminat miktarı doğrudur.

KARAR : Davacılar vekili, müvekkillerinden Hakkı, M. Mildred ve Jasmin’in davalıya ait otobüste yolcu olarak bulundukları esnada meydana gelen trafik kazasında davacılardan Hakkı ve M. Mildred’ın yaralandığını ve hastaneye kaldırıldığını bilahare tedaviye Almanya’da devam edildiğini, tüm tedavi ve bakım masraflarının müvekkili diğer davacı KKH K. K. isimli sigorta şirketince karşılandığını ileri sürerek, davacılardan Hakkı ve M. Mildred için ayrı ayrı ( 4.000.000.000 )’ar TL vd Jasmin için ( 2.000.000.000 ) TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile adı geçenlere verilmesine, ( 47.256, 83 ) DEM tedavi ve bakım giderinin kaza tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacı şirkete verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, harcama kalemlerinin bir çoğunun gereksiz ve abartılı olduğunu, davacı sigortacının yabancı para olarak talepte bulunmayacağını belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporlarına nazaran, davacılardan Hakkı ve M. Mildred’in davalı tarafından işletilen otobüste yolcu olarak bulundukları otobüsün yaptığı kaza sonucunda Hakkı’nın ( 3 ) ay, M. Mildred’in ( 1 ) ay süre ile işgöremez halde kaldığı, davacı sigorta şirketince, adı geçenlerin tedavi, bakım giderleri ve hastalık parası olarak toplam ( 46.512.55 ) Alman Markı ödeme yaptığı ve harcamaların uygun olduğunun belirlendiği gerekçeleriyle, davacı Jasmin yönünden manevi tazminat isteminin koşulları oluşmadığından açılan davanın reddine, davacı Hakkı için ( 3.000.000.000 ) TL, M. Mildred için ( 4.000.000.000 ) TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile adı geçenlere verilmesine, toplam ( 46.512.55 ) DEM’in ödeme tarihinden itibaren kamu bankalarınca Alman Markına uygulanan yıllık en yüksek faiz oranıyla birlikte davalıdan alınarak davacı sigorta şirketine ödenmesine, fazlaya ilişkin istemlerinin reddine karar verilmiştir.
Karar, davalılar vekili ile davacı gerçek kişiler vekilince ayrı ayrı temyiz edilmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, taraflar arasındaki uyuşmazlığın yolcu taşıma sözleşmesinden kaynaklanıp, BK’nın 125. maddesi uyarınca zamanaşımı süresinin 10 yıl olmasına ve davanın da bu süre içerisinde açıldığının anlaşılmasına ve 20.05.2003 tarihli ek raporla yapılan harcamaların davacılardan Hakkı ile M. Mildred’ın yaralanmaları ile ortaya çıkan neticeye uygun olduğunun belirtilmesine göre, davacı gerçek kişiler vekili ile davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı gerçek kişiler vekili ile davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA 21.09.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ
T. 18.10.2004 E. 2004/8861 K. 2004/10987
• HAKSIZ FİİL NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Trafik Kazasındaki Kusur Oranında Sorumluluğa Karar Verilmesi Gereği – Yabancı Plakalı Araçta Türkiye’de Meydana Gelen Zararın Türk Parası Üzerinden ve Olay Tarihi Esas Alınarak Hesaplanması Gereği )
• KUSUR ORANINDA SORUMLULUK ( Trafik Kazası Sonucu Uğranılan Zararın Tazmini Talebiyle Açılan Davada )
• YABANCI PARA ÜZERİNDEN TAZMİNAT TALEBİ ( Yabancı Plakalı Aracın Türkiye’de Karıştığı Trafik Kazası Sonucu Uğradığı Zarar Nedeniyle – Haksız Fiillerde Zararın Olay Tarihi Esas Alınarak Türk Lirası Üzerinden Hesaplanması Gereği )
• TRAFİK KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Yabancı Para Üzerinden Tazminat Talebi – Haksız Fiillerde Zararın Olay Tarihindeki Türk Lirası Karşılığının Tazminine Karar Verilmesi Gereği )
• TAZMİNAT TALEBİ ( Yabancı Plakalı Aracın Türkiye’de Karıştığı Trafik Kazasında Uğradığı Zararın Olay Tarihindeki Türk Lirası Karşılığına Karar Verilmesi Gereği )
818/m.44/1,83
ÖZET : 1- Hükme esas alınan bilirkişi raporunda kusur oranına isabet eden hasar miktarının takdiri mahkemeye bırakılarak, zararın ( 5.309.20 DM ), 2.714.55 Euro olduğu belirtilmiştir. Mahkemece davacı tarafın %25 oranında kusurlu bulunduğu kabul edilmiştir. Bu durumda BK. 44/1 maddesi hükmünce tazminatta davacı tarafın kusuru oranında indirim yapılarak davalı tarafın kusuruna isabet edecek miktardan tazminata hükmetmek gerekirken zararın tamamından davalının sorumlu tutulması doğru değildir.
2- Davacı dava dilekçesi ile yabancı plakalı aracın trafik kazası sonucu uğradığı zararın yabancı para karşılığının ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası olarak tahsilini istemiştir. Taraflar Türk vatandaşı olup, yabancı plakalı araçtaki hasar Türkiye’deki haksız fiil sonucu meydana gelmiştir. Sözleşmeye dayalı olmayan tazminat taleplerinde, yabancı paraya hükmedileceği konusunda yasalarımızda açık bir hüküm yoktur. BK.83 maddesi sözleşmelerle ilgili olup, haksız eylemden kaynaklanan tazminat taleplerine uygulama olanağı da yoktur. Mala ilişkin zarar haksız fiilin gerçekleştiği anda meydana gelir. Bu durumda davacının zararının, haksız fiil tarihinde ve memleket parası üzerinden gerçekleştiğinin kabulü ile olay günündeki yabancı para üzerinden saptanan zararın Türk parasına çevrilmesi suretiyle hüküm kurulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili; davalının sevk ve idaresindeki 25 … 826 plakalı aracı ile müvekkilin sevk ve idaresindeki M-.. 9360 plakalı aracına çarparak trafik kazasına neden olduğunu iddia ederek 6.235.88 DM alacağın faizi ile birlikte aynen tahsiline, aynen tahsilin mümkün olmaması halinde ise fiili ödeme günündeki döviz satış kuru üzerinden faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; kusur oranını ve tazminat miktarını kabul etmediklerini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller, benimsenen bilirkişi raporu gereğince davanın kısmen kabulü ile 2.714.55 Euro’nun TC. Merkez Bankasının döviz satış kuru üzerinden bir yılık Euro mevduatına uygulanan faizi ile birlikte fiili ödeme tarihindeki Türk Lirası karşılığının davalıdan tahsiline, fazla talebin reddine karar verilmiş; hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
1- Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve hasar miktarının dikkate alınarak yazılı şekilde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Bozma ilamına uyularak yazılı şekilde karar verilmiş ise de, hükme esas alınan 10.6.2003 tarihli ek bilirkişi raporunda kusur oranına isabet eden hasar miktarının takdiri mahkemeye bırakılarak, zararın ( 5.309.20 DM ), 2.714.55 Euro olduğu belirtilmiştir. Mahkemece davacı tarafın %25 oranında kusurlu bulunduğu kabul edilmiştir. Bu durumda BK. 44/1 maddesi hükmünce tazminatta davacı tarafın kusuru oranında indirim yapılarak davalı tarafın kusuruna isabet edecek miktardan tazminata hükmetmek gerekirken zararın tamamından davalının sorumlu tutulması doğru değildir.
3- Dava haksız fiilden kaynaklanan zararın tazmini isteğine ilişkindir. Davacı dava dilekçesi ile yabancı plakalı aracın trafik kazası sonucu uğradığı zararın yabancı para karşılığının ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası olarak tahsilini istemiştir. Taraflar Türk vatandaşı olup, yabancı plakalı araçtaki hasar Türkiye’deki haksız fiil sonucu meydana gelmiştir. Ortada sözleşme dışı bir sebepten kaynaklanan tazminat talebinin bulunduğu açıktır. Sözleşmeye dayalı olmayan tazminat taleplerinde ise, yabancı paraya hükmedileceği konusunda yasalarımızda açık bir hüküm yoktur. BK.83 maddesi sözleşmelerle ilgili olup, haksız eylemden kaynaklanan tazminat taleplerine uygulama olanağı da yoktur. Bilindiği gibi; mala ilişkin zarar haksız fiilin gerçekleştiği anda meydana gelir. Zarar gideriminden amaç ise; haksız fiil tarihinde zarar görenin malvarlığında haksız fiilden kaynaklanan azalmanın giderilmesidir. Bu durumda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.2.2001 gün 2001/19-17 sayılı kararı da gözönünde bulundurularak, davacının zararının, haksız fiil tarihinde ve memleket parası üzerinden gerçekleştiğinin kabulü ile olay günündeki yabancı para üzerinden saptanan zararın Türk parasına çevrilmesi suretiyle hüküm kurulması gerekirken anılan yönün gözetilmemiş olması,
SONUÇ : Yukarda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenle davalı vekilin diğer temyiz itirazlarının reddine ( 2 ) ve ( 3 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz isteyenlere iadesine 18.10.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

DESTEKTEN YOKSUNLUKTA PASİF DÖNEM

Ölenin desteğinden yoksun kalanların tazminatı hesaplanırken, Yargıtay kimi zaman pasif dönem zararının hesaplanmayacağı, kimi zaman da hesaplanacağı yönünde kararlar vermiş; son dönem kararla¬rında pasif dönem zararının da hesaplanması ağırlık kazanmıştır.

Yargıtay’ın, ölüm halinde pasif dönem zararı hesaplanmayacağına ilişkin kararlarının gerekçesi, ölenin haksahiplerine dul ve yetim aylığı bağlanacak olması idi. Sonraları bu görüş terk edildi ve “ölen yaşasaydı ilerde çalışıp yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içinde oldu¬ğundan haksahiplerinin pasif dönem zararının da hesaplanması gerekir” biçiminde kararlar verilmeye başlandı. Gene de zaman zaman (daireler veya aynı daire içinde dosya inceleyenler arasında yakın ilişki ve görüş birliği kurulamadığı için) birbirinin tersi kararlar da verilebilmektedir. Bu konuda titiz davranılması gerektiğini anımsatmak isteriz.

Ölüm nedeniyle destek tazminatı hesaplanırken “pasif dö¬nem” zararının da gözönünde tutulacağına ilişkin Yargıtay kararla¬rından örnekler:

YARGITAY KARARLARI

(1) Destekten yoksun kalma tazminatının hesabında, aktif dönemi izle¬yen pasif dönem için de zarar hesabı yapılmalıdır.
Davacının desteğinin yaşlılık aylığı almaksızın ve özellikle işyerinde ça¬lışırken iş kazası sonucu öldüğü uyuşmazlık konusu olmadığına göre, 60 yaşın¬dan sonra bakiye ömrünün sonuna kadar pasif dönemde elde edeceği kazançla¬rın hesaplanması gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşleri gereğidir. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, özellikle, davacılara bağlanan ölüm aylığının 506 sayılı Yasa’nın 66.maddesinin (a) ve (b) bentleri gereğince bağlanıp bağlanmadığı hususu araştırılmadan ve yaşlılık aylığı almakta iken ölen sigortalılar yönünden uygulanan Yargıtay görüşünün yanlış değerlendirilmesi suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD.18.03.2004, 1729-2612 (İBD.2004/4-1861)

(2) Hak sahiplerinin ölüm aylığı alması durumunda da pasif dönem zarar hesabına katılmalıdır. (506/m. 23, 92)
Davacılar, murislerinin iş kazası sonucu öldüğünü ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuşlardır. Bu tür davalarda tazminatın saptanmasında, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, karşılıklı kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı, Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Öte yandan zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde, işçinin yaşlılık aylığı veya hak sahiplerinin ölüm aylığı alması durumunda da pasif dönemin zarar hesabına katılması gerekir. Sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan bu tür aylıklarda meslek hastalığı ve iş kazası kolundan alınan primlerin hiçbir etkisi bulunmamakta, tamamen uzun vadeli sigorta kollarından ödenen primler sonucu aylık bağlanmaktadır. Bu nedenlerle pasif dönemin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda pasif dönemin hesaba dahil edilmemesi.
21.HD.08.05.2006, E. 2006/2450 – K. 2006/4755

(3) Bilirkişi raporunda murisin pasif döneminde hiçbir gelir elde edemeyeceğinden hareketle destek tazminatı hesabında dikkate alınmaması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacılar yararına bozulması gerekmiştir.
Davacılar vekili, murisin yolcu olduğu araçla davalıların sürücü ve zorunlu trafik sigortacısı olduğu aracın kaza yapması sonucu öldüğünü ileri sürerek, destekten yoksunluk tazminatının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ve davalı sigorta şirketinin poliçe limiti üzerinden sadece destekten yoksunluk tazminatından sorumlu olmak üzere müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, toplanan kanıtlar, kusur ve aktüerya bilirkişi raporuna göre hesaplanan destekten yoksunluk tazminatından dava dışı Güneş Sigorta A.Ş.nin ödediği tutar, davacıların destekten yoksun kalma tazminatından düşülerek, bakiye tazminat tutarı üzerinden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
Bilirkişi raporunda murisin pasif döneminde hiçbir gelir elde edemeyeceğinden hareketle destek tazminatı hesabında dikkate alınmaması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacılar yararına bozulması gerekmiştir.
11.HD.27.03.2007, E.2005/13873 – K.2007/4833

(4) Davacı eşin destek tazminatı hesaplanırken emekli aylığı esas alınarak hesap yapılmıştır. Destek emekli olduğuna göre emekli olduktan sonra bu dönemde başka bir işte çalıştığı kanıtlanırsa o gelirin esas alınması, böyle bir iddia ileri sürülmez veya kanıtlanmaz ise mirasçısı olan eşe emekli maaşı dışında ancak asgari ücret düzeyinde bir destek sağlayabileceğinin kabulü gerekir.
Davacı eş desteğinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunmuştur. Ölen eş emekli hakim olup başka bir işinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Davacı eşin destek tazminatı hesaplanırken emekli aylığı esas alınarak hesap yapılmıştır. Destek emekli olduğuna göre emekli olduktan sonra bu dönemde başka bir işte çalıştığı kanıtlanırsa o gelirin esas alınması, böyle bir iddia ileri sürülmez veya kanıtlanmaz ise mirasçısı olan eşe emekli maaşı dışında ancak asgari ücret düzeyinde bir destek sağlayabileceğinin kabulü gerekir. Bu durum karşısında davacının yoksun kaldığı destek tazminatının desteğin ek gelirine göre veya ek geliri ispatlanamaz ise asgari ücret esas alınarak hesaplanması gerekir. Açıklanan yön gözetilmeden desteğin emeklilik maaşına göre destek hesabının yapılması ayrı bir bozma nedenidir.
4.HD.16.10.2008, E.2008/11467 – K.2008/11898

(5) Davacı eşin emekli maaşı alacağı gerekçesiyle pasif dönem zararı hesaba katılmamıştır. Oysa, destek zararı ölenin pasif dönemini de kapsar. Desteğin, davacı eşine pasif dönemde destek vermeyeceğinin kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır.
Dava, trafik kazası nedeniyle desteğin ölümünden dolayı maddi ve manevi tazminat talebidir. Davacıların desteği sigorta emeklisi olup ölmeden önce çiftçilik yapmıştır. Bilirkişi raporu ile davacının aktif ve pasif dönem zararları belirlenmiştir. Mahkemece davacı eşin pasif devrede emekli maaşı alacağı ve bu nedenle zararı bulunmadığı gerekçesiyle aktif dönem zararı esas alınarak karar verilmiştir. Oysa davacı eş için destek zararı ölenin pasif dönemini de kapsar. Desteğin davacı eşine pasif dönemde destek vermeyeceğinin kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır. Davacı eşin pasif dönemdeki artırımsız destekten yoksun kalma zararının da belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
Davacıların desteğinin Sigorta emeklisi olup ölmeden önce çiftçilik yaptığı anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporu ile davacının aktif ve pasif dönem zararları belirlenmiştir. Mahkemece davacı eş Havva F.’ın pasif devrede emekli maaşı alacağı ve bu nedenle zararı bulunmadığı gerekçesiyle aktif dönem zararı esas alınarak karar verilmiştir. Oysa davacı eş için destek zararı ölenin pasif dönemini de kapsar. Desteğin davacı eşine pasif dönemde destek vermeyeceğinin kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır.
Açıklanan nedenle davacı eşin pasif dönemdeki artırımsız destekten yoksun kalma zararının da belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı, gerekçe ile pasif dönem zararının reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun bulunmadığından kararın bozulması gerekmiştir.
4.HD.20.02.2009, E.2008/7818 – K.2009/2466

(6) “Destek” kavramının yalnızca parasal katkı şeklinde anlaşılması gerekmez. Yaşlılık veya hastalıkta ya da ihtiyaç duyulan diğer durumlarda yapılan ev işleri, bakım gibi hizmet ve yardımlar da destek kavramı içerisinde sayılır. 79 yaşında ölen destek olay tarihinde gelir getiren bir işte çalışmasa bile, eşine vereceği desteğin asgari ücret üzerinden hesaplanması gerekir.
Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar davacılar ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar murislerinin trafik kazası sonucu ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat istemişlerdir. Mahkemece 79 yaşında ölen desteğin tanık beyanları dikkate alındığında fiilen çalıştığına dair bilgi ve belge olmadığı bu nedenle destek tazminatı hesaplaması yapılamayacağı gerekçesiyle maddi tazminat istemi reddedilmiş manevi tazminat istemi ise kısmen kabul edilmiştir.
“Destek” kavramının yalnızca parasal katkı şeklinde anlaşılması gerekmez. Yaşlılık veya hastalıkta ya da ihtiyaç duyulan diğer durumlarda yapılan ev işleri, bakım gibi hizmet ve yardımlar da destek kavramı içerisinde sayılır. BK’nun 45. maddesi gereğince bu tür hizmet ve yardımlar da destek kabul edilip bunların karşılığı olarak maddi tazminat ödenmesi gerekir.
Buna göre 79 yaşında olan desteğin olay tarihinde gelir getiren bir işte çalıştığı ispatlanamasa bile yukarıda belirtilen şekilde eşine vereceği desteğin asgari ücret üzerinden hesaplanması gerekirken, bu yönler üzerinde durulmadan yazılı gerekçe ile maddi tazminat isteğinin tümden reddedilmiş olması doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.
4.HD.17.04.2008, E.2007/8981 – K.2008/5368

(7) Desteğin emeklilik dönemindeyken yaşamını yitirdiği anlaşıldığına göre, ev işlerine yapacağı katkı (hizmet) gözetilerek net asgari ücret esas alınmak suretiyle hesaplanacak destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmelidir.
Dava, trafik kazası nedeniyle desteğin ölümünden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Kural olarak, eşin ölümü durumunda onun desteğinden yoksun kalan diğer eş yararına destekten yoksun kalınan süre ile sınırlı olarak Borçlar Yasasının 45/2 maddesi geregince destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilir.
Mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda desteğin bir sosyal güvenlik kurumundan aldığı emekli aylığı destek geliri olarak kabul edilmiş ve davacının uğradığı destekten yoksun kalma tazminatı bu gelire göre belirlenmiştir. Desteğin ölmeden önce net asgari ücret düzeyinden daha fazla bir geliri olduğu kanıtlanamadığma göre, hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde emekli aylığına göre destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanması doğru değildir. Desteğin emeklilik dönemindeyken yaşamını yitirdiği anlaşıldığında göre, ev işlerine yapacağı katkı (hizmet) gözetilerek net asgari ücret üzerinden hesaplanacak destekten yoksun kalma zararına hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.
4.HD.24.06.2008 E. 2007/11168 K. 2008/8629

(8) Ölen desteğin emekli öğretmen ve emekli eşi olması ve hiçbir işte çalışmayıp emekli ve dul maaşı ile geçimini sağlamakta oluşu, destek tazminatı isteminin reddini gerektirmez. Desteğin ev kadını olarak destekliği asgari ücret düzeyinde değerlendirilmelidir.
Davacı, davalı sürücünün kusurlu eylemiyle annesine çarparak ölümüne yol açtığını belirtmek suretiyle destekten yoksun kalma isteminde bulunmuştur. Yerel mahkemece, davacının emekli öğretmen ve emekli eşi olması, desteğin ise hiçbir işte çalışmayıp dul maaşı ile geçimini sağlayan bir kimse olması nedeniyle, davacının desteğe ihtiyacı bulunmadığı gerekçesiyle destekten yoksun kalma tazminatı istemi reddedilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir.
Yerel mahkemece hükme dayanak alınan ve olay tarihinde altmış yaşında bulunan annenin davacıya destek olamayacağına ilişkin bilirkişi raporu gerçeğe uygun bulunmamaktadır. Desteğin yaşı itibariyle, bir ev kadını olarak elde edebileceği geliri belirlenmeli, bunun mümkün olamaması halinde ise, desteğin asgari ücret düzeyinde geliri olabileceği benimsenerek, bu miktar üzerinden destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmalı, varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Yerel mahkemece, anılan yönler gözetilmeden, somut olaya uygun düşmeyen bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı şekilde, destekten yoksun kalma tazminatının reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
4.HD.06.04.2000, 1095-3151

(9) Desteğin yaşı, ölüm tarihindeki işi, kazancı, emekli olup olmadığı, çalışma gücü olup araştırıldıktan sonra alınacak bilirkişi raporuna göre karar verilmelidir.
Dava, trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatına ilişkindir. Tazminatın belirlenmesine ilişkin bilirkişi raporunda desteğin 1934 doğumlu olup 62 yaşında öldüğü benimsenerek hesap yapılmıştır. Oysa dosyada mevcut veraset ilamından ve ceza dosyası kapsamından desteğin 1341 doğumlu olduğu anlaşılmaktadır. Desteğin doğum tarihinin ve yaşının yanlış ele alınarak fazla hesap yapılması doğru görülmemiştir. Mahkemece; desteğin ölüm tarihindeki işi, kazancı, emekli olup olmadığı, gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığı, çalışmaya muktedir olup olmadığı hususları araştırıldıktan sonra yeni bir bilirkişi incelemesi yapılarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken somut verilere uygun olmayan bilirkişi raporunun hükme esas alınmış olması bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.04.10.1999, E.1999/5996 – K.1999/7895

(10) Desteğin emekli olmasın karşın, lokanta işlerinde çalışarak ek gelir elde ettiği tanık beyanlarından anlaşılmasına göre, davacı eş için maddi tazminata hükmedilmesi gerekirken, bunun reddi doğru olmamıştır.
Davacı eş için Bağ-Kur’dan maaş bağlanmış ise de, miras bırakanın emekli olmasına rağmen lokanta işlerinde çalıştığı ve bu yüzden ek gelir elde ettiği tanık beyanlarından anlaşıldığına göre bu hususta gerekli inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre davacı eş için maddi tazminat verilmesi gerekirken bunun reddi doğru değildir.
Her ne kadar davacı eş için Bağ-Kur’dan maaş bağlanmış ise de, miras bırakanın emekli olmasına rağmen lokanta işlerinde çalıştığı ve bu yüzden ek gelir elde ettiği tanık beyanlarından anlaşıldığına göre bu hususta gerekli inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre davacı eş için maddi tazminat verilmesi gerekirken bunun reddi doğru değildir.
HGK.18.10.2000, E.2000/4-1271 – K.2000/1290

(11) Desteğin ileri yaşta olması, yardım ve hizmet ederek, ev işlerini yaparak destek sağlamasına engel değildir.
Yerleşmiş içtihatlara göre, bedelsiz olarak başkasının bakımını sağlayan ya da ona yardım eden kimse destek sayılmıştır. Destek, yalnız başkasına yaşamak için gerekli ihtiyaçları sağlayan ya da bunların temini için para veren kimse değildir. Bu hizmetleri görmek suretiyle çalışmasını doğrudan doğruya başkalarına tahsis eden kimse de destek sayılacağından, yalnızca ev işlerini gören bir kadın da kocasının desteği sayılabilir. Trafik kazasında ölen desteğin 1932 doğumlu olması, onun destek olamayacağına gerekçe olamaz.
Trafik kazasında ölen 1932 doğumlu Yeter H. ev hanımıdır. Yerleşmiş içtihatlara göre, bedelsiz olarak başkasının bakımını sağlayan ya da ona yardım eden kimse destek sayılmıştır. Bu yardım değişik şekillerde olabilir. Destek yalnız başkasına yaşamak için gerekli ihtiyaçları sağlayan yada bunların temini için para veren kimse değildir. Bu hizmetleri görmek suretiyle çalışmasını doğrudan doğruya başkalarına tahsis eden kimse de destektir. O nedenle yalnızca ev işlerini gören bir kadın da kocasının desteği sayılabilir. Trafik kazasında ölen desteğin 1932 doğumlu olması,onun destek olamayacağına gerekçe olamaz. Mahkemece, davacı sağ eşin, ev hanımı olan Yeter H’in ölümü nedeni ile BK.nun 45/son maddesine göre ne kadar tazminat isteyebileceğinin tesbiti için gerekirse talimat yolu ile uzman bilirkişiden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile sağ eşin destekten yoksun kalma tazminatı isteminin reddi doğru görülmemiş, hükmün davacı eş yararına bozulması gerekmiştir.
11.HD.13.9.1999, E.1999/4689 – K.1999/6755

(12) Davacının ölen eşinin polislik mesleğinden emekli olduktan sonra ek iş yapıp yapmadığı araştırılıp, sonucuna göre destek tazminatının hesaplattırılması gerekir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davacının desteği olan ölen eşinin polislik mesleğinden emekli olduktan sonra ek iş yapıp yapmadığı konusunda davacının delilleri usulünce toplandıktan sonra sonucuna göre davacının yoksun kaldığı destek tazminatının uzman bilirkişiye hesaplattırılması gerekirken, eksik inceleme ile desteğin emeklilik maaşı haricinde asgari ücret düzeyinde ek gelirinin olduğu kabul edilerek hesaplanması doğru görülmemiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Borçlar Kanununun 45/2. maddesinde ” ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararlarını da tazmin etmek lazım gelir” hükmüne yer verilmiştir. Davacının desteği olan ölen eşinin polislik mesleğinden emekli olduktan sonra ek iş yapıp yapmadığı konusunda davacının delilleri usulünce toplandıktan sonra sonucuna göre davacının yoksun kaldığı destek tazminatının uzman bilirkişiye hesaplattırılması gerekirken eksik inceleme ile desteğin emeklilik maaşı haricinde asgari ücret düzeyinde ek gelirinin olduğu kabul edilerek hesaplanan bilirkişi raporuna itibar edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
17.HD.28.09.2009, E.2009/3915 – K.2009/5711

(13) Desteğin çalışabilme gücü, fiziki ve beden yapısı, çalıştığı işin özel¬likleri gözönüne alınarak daha kaç yıl çalışıp kazanç sağlayabileceği araştı¬rılmalıdır.
Bilirkişi raporunda davacıların desteğinin öldüğü tarihte 61 yaşında bu¬lunduğu kabul edilerek PMF tabloları uyarınca 75 yaşına kadar yaşayacağı öngörülmüş ve bu yaşam süresince gerçekleşecek muhtemel zararı tespit edil¬miştir. Destekten yoksun kalma tazminatında ömür değil ölenin çalışabilme gücü yani “faal çalışma süresi” esas alınmalıdır. O halde, davacıların ölen desteğinin çalıştığı işin özelliklerine, ölenin fiziki ve beden yapısına göre, ma¬halli koşullar da gözönüne alınarak, olası yaşam süresi içinde “daha kaç yıl çalışıp kazanç sağlayabileceği” ve davacılara yardımda bulunacağı hususunun tespit edilmesi ve buna göre zararın belirlenmesi gerekir.
4.HD.25.09.1979, 4602-10323

(14) Emekli aylığı dışında kazanç elde etme durumu
Müteveffanın emekli olmasına karşın, bu devrede emekli aylığı dışında ayrıca gelir sağlayıp eş ve çocuklarına destek sağladığının ispatı halinde, bu hususun kabulü ile buna göre düzenlenen bilirkişi raporuna göre karar verilmesi doğrudur.
19.HD.13.09.1995, 9085-6941

(15) Ölenin emekli memur olması
Ölen desteğin emekli memur olması ve davacılara dul maaşı bağlanmış bulunması, destek davasının reddini gerektirmez.
4.HD.06.05.1995, 9085-6941

 

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2006/11591 K. 2007/11606 T. 04.10.2007 TRAFİK KAZASINDA MÜTESELSİL SORUMLULAR

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/11591 K. 2007/11606 T. 04.10.2007

 

Özet : Müteselsil sorumlulardan biri hakkındaki davadan feragat edilmesi diğer müteselsil sorumlu yönünden de teselsülden feragat niteliğini taşır ve böylece müteselsil sorumlu olan diğer davalı da sorumluluktan kurtulmuş olur. O halde müteselsil sorumlu şirket hakkındaki davanın da reddedilmesi gerekir.
(818/m.51, 145,147 ; 1086/91,95)

KARAR: Dava, trafik kazasından kaynaklanan yaralanma ve araç hasarı nedeniyle açılan tazminat davasında unutulan faizin tahsili istemine ilişkindir. Dava, kazaya karışan aracın işleteni ile olaya tam kusuru ile sebebiyet veren sürücüye karşı açılmıştır. Davacı vekili yargılama aşamasında olaya tam kusuru ile sebebiyet veren davalı sürücü hakkındaki davadan feragat etmiştir. Mahkemece yargılamaya devam olunarak araç işleteni diğer davalı hakkındaki istemin kabulüne karar verilmiştir.
Borçlar Yasasının 147/2. maddesi gereğince alacaklı, diğerlerinin zararına olarak müteselsil borçlulardan birinin vaziyetini iyileştirdiği takdirde bu fiilin sonuçlarına şahsen katlanır. Davacı, müteselsil sorumlulardan sürücü hakkındaki davadan feragat ederek diğer sorumlu şirketin hakkındaki davadan feragat edilen sürücüye kusuru oranında rücu hakkını ortadan kaldırmıştır. Müteselsil sorumlulardan biri hakkındaki davadan feragat edilmesi diğer müteselsil sorumlu yönünden de teselsülden feragat niteliğini taşır ve böylece müteselsil sorumlu olan diğer davalı da sorumluluktan kurtulmuş olur. O halde müteselsil sorumlu şirket hakkındaki davanın da reddedilmesi gerektiğinin gözetilmemiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA 04.10.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E.1997/10920 K.1998/2922 T.04.05.1998

TRAFİK KAZASINDAN DOĞAN TAZMİNAT – İŞLETEN
ŞİKÂYETTEN VAZGEÇME

Özet : Trafik kazaları sonucu doğan zarardan aracın işleteni ile birlikte sürücüsü de sorumlu olup Türk Ceza Yasasındaki,.takibi şikâyete bağlı suçlardan ötürü sanıklardan biri hakkındaki dava ve şikâyetten vazgeçmenin diğer sa-nığa da yansıyacağı yolundaki kural, ceza hukuku yönünden geçerli olup hukuki sorumluluğu kapsamaz. (KTKm. 85;TCK m. 99)

KARAR: Taraflar arasındaki trafik kazasından doğan tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddi¬ne ilişkin hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine (…) gereği görüşüldü.
Davacı, davalının işleteni olduğu aracı kullananın hukuka aykırı eyle¬mi sonucu uğradığı zararın giderilmesini istemiştir.
Mahkeme davacının araç sürücüsü hakkındaki şikâyetinden vazgeçti¬ğini, böylece bu vazgeçmenin işleteni de kapsadığını gerekçe göstermek su¬retiyle istemin reddi yönünde hüküm kurmuştur.
Karayolları Trafik Kanununun 85. maddesinde trafik kazaları sonucu doğan zarardan aracın işleteniyle birlikte sürücüsünün de sorumlu olduğu hüküm altına alınmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 99. maddesinde takibi şikâyete bağlı suçlardan dolayı sanıklardan biri hakkındaki dava ve şikâyetten vazgeçmenin diğer sanığa da yansıyacağı hüküm altına alınmışsa da, burada amaçlanan ceza hukuku yönünden olup hukuki sorumluluğu orta¬dan kaldırmayı gerektirmez. Şu duruma göre davacının uğradığı zararın kap¬samının belirlenerek hüküm altına alınması gerekirken yazılı gerekçe ile da¬vanın reddi yoluna gidilmesi bozmayı gerektinniştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenle BOZULMASINA 04.05.1998 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/3099 K. 2009/10393 T.29.09.2009

İŞLETEN HAKKINDA DAVADAN FERAGAT
SÜRÜCÜNÜN SORUMLULUĞUNU ORTADAN KALDIRMAZ

Özet : 1- Eksik teselsülde sorumluluk, ortak kusura değil, farklı hukuksal nedenlere bağlıdır. Eksik teselsülde haksız eylem sorumlusu olan sürücü, zarar görenin zararını karşılamışsa bunun için işletene rücu edemeyecektir.

2-Davalı işleten hakkında davadan feragat edilmesi sürücünün durumunu etkilemez. Yasadan dolayı sorumlu olan kişi (işleten), zarar görenin zararını ödemişse haksız eylem sorumlusuna (kusurlu olan sürücüye) rücu edebilecektir. Çünkü, işletenin araç sürücüsüne rücu hakkı vardır.

3- Haksız eylemi gerçekleştiren sürücünün işletene rücu hakkı olmadığından ve iç ilişkide davacıların işleten hakkındaki feragati, sürücünün durumunu ağırlaştırmadığından, davalı sürücü hakkındaki davanın reddedilmiş olması doru olmayıp, kararın bozulması gerekmiştir.

KARAR : Dava, trafik kazası nedeniyle yaralanmadan dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davalılardan işleten yönünden feragat nedeniyle, diğer davalı sürücü yönünden B.K. 147/2. maddesi uyarınca istem reddedilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.
Davacılar, küçük Mehmet’in yaralanması nedeniyle, küçüğe çarpan aracın işleteni Fuat ile sürücüsü Osman’ı hasım göstererek tazminat isteminde bulunmuşlardır. Davacılar vekili yargılama sırasında verdiği 03.01.2008 günlü dilekçe ile “davalılardan işleten hakkındaki davamızdan feragat ediyoruz, diğer davalı sürücü hakkındaki tüm taleplerimiz baki olarak … ” biçiminde açıklamada bulunmuştur. Bu açıklamaya karşı davalı tarafından davacıya herhangi bir tazminat ödendiği iddiasında bulunulmamıştır.
Yerel mahkemece, davacılar vekilinin dilekçesi esas alınarak davalı işleten Fuat hakkındaki davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalı sürücü Osman yönünden ise B.K. 147/2. maddesi uyarınca bu feragatin iç ilişkide davalı sürücünün durumunu ağırlaştırdığından davacıların bunun sonuçlarına katlanmaları gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Borçlar Kanunu’nun 51. maddesi, müşterek ve müteselsil sorumluluğu ortak kusura göre değil, farklı hukuksal nedenlere bağlamıştır. Eksik teselsül olarak da bilinen bu düzenleme gereğince haksız eylem sorumlusu zarar görenin zararını karşılamışsa, bunu kimseye rücu edemeyecektir. Yasadan dolayı sorumlu olan kişi, zarar görenin zararını ödemişse haksız eylem sorumlusuna rücu edebilecektir. Eldeki davada ise davacıların zararının karşılandığına ilişkin bir iddia olmadığı gibi feragat edilen davalı Fuat aracın işleteni, diğer davalı olan sürücü Osman haksız eylemi gerçekleştiren kişi olup araç sürücüsünün işletene rücu hakkı bulunmamaktadır. Rücu hakkı olmadığına göre iç ilişkide durumunun ağırlaştırılması söz konusu olamaz. İşletenin araç sürücüsüne rücu hakkı vardır. Haksız eylemi gerçekleştiren sürücünün işletene rücu hakkı olmadığından ve iç ilişkide davacıların işleten hakkındaki feragati sürücünün durumunu ağırlaştırmadığından davalı sürücü hakkındaki davanın B.K.’nun 147/2. maddesi uyarınca reddedilmiş olması doğru değildir. Şu durumda, davalı Osman yönünden işin esası incelenip sonucuna göre karar verilmelidir. Yerel mahkemece, açıklanan yönler gözetilmeyerek yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA 29.09.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/82 K. 2005/188 T.25.01.2005

MÜTESELSİL BORÇLULARDAN BİRİNİN YAPTIĞI ÖDEME
DİĞERLERİNİ BORÇTAN KURTARIR

Özet : Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
1- Müteselsil sorumlulukta, kural olarak borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludur. Bir davalı hakkındaki talepten vazgeçilmesi diğer davalının sorumluluğunu etkilemez. Ancak,
2- BK.145. maddesi gereğince müteselsil borçlulardan biri tarafından yapılan ödeme tüm borçluların ödeme oranında borçtan kurtulması sonucunu doğurur.

KARAR : Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
1-Müteselsil sorumlulukta, kural olarak borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludur. Bir davalı hakkındaki talepten vazgeçilmesi diğer davalının sorumluluğunu etkilemez. Ancak;
2-BK.145. maddesi gereğince müteselsil borçlulardan biri tarafından yapılan ödeme tüm borçluların ödeme oranında borçtan kurtulması sonucunu doğurur. Somut olayda davacı vekili 24.2.2003 tarihli dilekçesiyle davalı Hüseyin ile haricen anlaştıklarını bu nedenle davacı araç üzerindeki tedbirin kaldırılmasını ve Hüseyin yönünden davadan vazgeçtiğini bildirdiğinden bu anlaşmanın bir ödemeye ilişkin olup olmadığı üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm kurulması isabetli görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarda nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 25.01.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/11-359 K. 2004/366 T.16.06.2004

BORÇLULARDAN BİRİNİN İBRA EDİLMESİNİN
DİĞER BORÇLULARA ETKİSİ

Özet : 1- Müteselsil borçlarda alacaklının borçlulardan biri ile ibra sözleşmesi yapması halinde diğer borçluların borcu kural olarak devam eder. Ancak bazı istisnai hallerde durumun özelliği veya borcun niteliği diğer borçluların da borçtan kurtulmalarını gerektirebilir.
2- Alacaklının borçlulardan birini borçtan ibra etmesi veya süre vermesi ilke olarak subjektif etki yapar, yani sadece ibra edilen veya süre verilen borçlu hakkında sonuç doğurur. Diğer borçlular bundan yararlanamaz. Ancak, bazen bütün müteselsil borçluların ibradan yararlanması da mümkündür. Özellikle alacaklının ibra veya süre verme sözleşmesinde bunu açıkca belirtilmesi veya borç senedini iade etmesi yada bütün borcun tahsil edildiğine dair makbuz vermesi halinde durum böyledir.
3- O halde ibra sözleşmesinin müteselsil borçlulardan biri ile yapılması halinde ibra edilen miktarın diğer alacaklılar için de geçerli olması, bu hususun, ibra sözleşmesinden anlaşılmasına bağlıdır. Aksi halde diğer müteselsil borçlular borcun tamamından sorumlu olacaktır. Ancak ibra sözleşmesi borçlular arasındaki iç ilişkiyi etkilemez yani ifada bulunmuş olan borçlu ibra edilerek borçtan kurtulan diğer borçluya rücu edebilir.

KARAR : Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Davacı kasko sigortası vekili, davacı tarafından kasko sigortası yapılan 34 HU … plakalı aracın, davalıların işleteni, sürücüsü ve sigortacısı olduğu 34 P … plakalı aracın çarpması sonucu hasara uğradığını, kusurun 8/8 oranında 34 P … plakalı araçta bulunduğunu ileri sürerek kaza nedeniyle sigortalanan araca ödemiş olduğu 464.837.334 TL nin davalılardan müştereken ve müteselsilen ödeme tarihinde itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılardan sigorta şirketi, sigortalısının kusur oranına isabet eden zarardan poliçe limiti dahilinde sorumlu olduğunu, davadan önce kendisine herhangi bir başvuru olmadığından davanın açılmasına sebebiyet vermediğini, yargılama giderleri ve vekalet ücretiyle sorumlu tutulamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Diğer davalılardan İsmail A. ise duruşmada davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemenin, davalı sigorta şirketinin yargılama sırasında 226.390.000 TL. ödediği, davacının da davalı zorunlu sigortayı hiçbir hakkını saklı tutmadan ibra ettiği, bu ibradan diğer davalıların da yararlandığı gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenle bozulmuştur.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, müteselsil borçlulardan birinin ibrası halinde diğer borçluların da ibra edilmiş sayılıp sayılmayacağı noktasındadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “müteselsil borç” ve “ibra” kavramlarını açıklamakta fayda bulunmaktadır.
Müteselsil borç, sözleşme veya kanun gereği birden fazla borçlunun alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olduğu, diğer bir deyişle alacaklının edayı her müteselsil borçludan talep edebildiği ve edanın tamamen yerine getirilmesine kadar bütün borçluların sorumluluğunun devam ettiği, borçlulardan birinin borcu ödemesi halinde diğerlerinin de borçtan kurtulduğu borç ilişkisine denir.
Borçlar Kanunu 141 ve devamına göre müteselsil borçta alacaklının hakkı birden çok borçluya karşı tek bir alacaktan ibaret olmayıp, borçluların herbirine karşı ayrı ayrı yönelen ve birbiriyle yarışan birden çok alacaktan ibarettir. Alacaklı her alacak üzerinde ( temlik veya borcun ibrası yoluyla ) ayrı ayrı tasarrufta bulunabileceği gibi alacaklı tarafından yapılan ihtar da sadece ihtar yapılan borçlu açısından sonuç doğurur. Alacaklı borçluların her birinden borcun tamamının ödenmesini isteyebilir ancak borçlulardan biri tarafından yapılan ödeme borcu sona erdirir. ( Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler 8. Baskı sh. 1152 vd; Andreas van Tuhr Borçlar Hukuku sh.785 vd, ).
İbra, borcun sona ermesini sağlayan özel bir sona erme sebebi olup, borç ilişkisini değil, sadece münferit borcu sona erdirir. İbrada borç ilişkisinin taraflarının hukuki bir ilişki içerisine girdiği görülmektedir. Buna göre, borç kendiliğinden sona ermemekte, borcun sona ermesi için, tarafların bunu sağlayacak bir başka işlemi yapmaları gerekmektedir. Bu hukuki işlem, sona erecek borcun taraflarının borcun sona ermesi konusunda yaptıkları bir sözleşmedir. Bu nedenle, borcun sona ermnesi üzerinde borç ilişkisinin taraflarının anlaşmış olmaları gerekir. ( Yard. Doç. Dr. K. Nuri Turanboy İbra Sözleşmesi Ankara 1998 sh. 26 )
Müteselsil borçlarda alacaklının borçlulardan biri ile ibra sözleşmesi yapması halinde diğer borçluların borcu kural olarak devam eder ancak bazı istisnai hallerde durumun özelliği veya borcun niteliği diğer borçluların da borçtan kurtulmalarını gerektirebilir. ( BK. mad.145/ II )
Alacaklının borçlulardan birini borçtan ibra etmesi veya süre vermesi ilke olarak subjektif etki yapar, yani sadece ibra edilen veya süre verilen borçlu hakkında sonuç doğurur. Diğer borçlular bundan yararlanamaz. Ancak, bazen bütün müteselsil borçluların ibradan yararlanması da mümkündür. Özellikle alacaklının ibra veya süre verme sözleşmesinde bunu açıkca belirtilmesi veya borç senedini iade etmesi yada bütün borcun tahsil edildiğine dair makbuz vermesi halinde durum böyledir. ( Eren, sh. 1165; Von Tuhr/Escher, sh, 310 ).
O halde ibra sözleşmesinin müteselsil borçlulardan biri ile yapılması halinde ibra edilen miktarın diğer alacaklılar için de geçerli olması, bu hususun, ibra sözleşmesinden anlaşılmasına bağlıdır. Aksi halde diğer müteselsil borçlular borcun tamamından sorumlu olacaktır. Ancak ibra sözleşmesi borçlular arasındaki iç ilişkiyi etkilemez yani ifada bulunmuş olan borçlu ibra edilerek borçtan kurtulan diğer borçluya rücu edebilir. Federal mahkemenin de bu yönde kararları bulunmaktadır. ( BGE, 33 II 140; BGE 34 II 499 )
Somut olayda davacı sigortacı, sigortalısını 464.837.334 TL. ödediğini ileri sürerek bu miktarı rücuan talep etse de yargılama sırasında yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda gerçek zararın 224.000.000 TL.olduğu bildirilmiş olup, davalılardan trafik sigortacısı olan G. Sigorta Şirketi tarafından davadan sonra 226.398.000 TL. ödenmiş, davacı tarafından ibra edilmiştir. Ödenen miktar yönünden diğer davalılar da borçtan kurtulmuş olmakla birlikte, ( borcun ferileri yönünden ) hasar miktarı dışındaki borçtan, sadece ibra edilen davalı güven Sigorta kurtulmuş olup diğer müteselsil borçlular ibranamede bir açıklık olmadığından yukarıdaki açıklamalarda belirtildiği gibi ibranameden faydalanıp borcun-ferilerinden kurtulamazlar.
Davacı vekili 22.5.2000 tarihli celsede diğer davalılar hakkındaki davayı faiz yönünden takip ettiğini beyan etmiş olduğundan yukarda anılan ilkeler dikkate alınarak hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Yerel Mahkemece aynı yöne işaret eden Özel Daire Bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA 16.06.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ
E. 1975/1329 K. 1975/1450 T.14.03.1975

BORÇLULARDAN BİRİNİN ÖDEMESİ ORANINDA
DİĞER BORÇLULAR BORÇTAN KURTULMUŞ OLURLAR

Özet : Müteselsil borçlulardan sigorta şirketinin ödemesi oranında diğer borçlular da BK.nun 145. maddesi uyarınca borçtan kurtulmuş olurlar.

Olayda davacının 22.000 lira sigorta tazminatı alırken imzaladığı makbuz ve ibraname niteliğindeki belgede, ibraya ilişkin beyanlar, BK.nun anılan hükümlerine uygun olarak, sigortacının sorumlu olduğu 2.000 liralık hasar çevresinde hem sigortacının hem de sigortalının ve yardımcısının borçtan kurtulmuş olduğunu tesbite yöneliktir. Sigorta poliçesinin kapsamına girmediği için sigorta şirketinin sorumluluğu sözkonusu edilemeyen 2.000 lirayı aşan hasar, kazanç kaybı, kıymet eksilmesi tazminatlarına ve manevi tazminata ilişkin istekler mübrez ibraname dışında kalmaktadır: bu istekler için sigorta şirketinin ibranameyi imzalayana karşı bir sorumluluğu olmadığından bunları kapsar biçimde sigorta şirketini ve dolayısiyle sigortalıyı ibra amacı güdüldüğü kabul edilemez.
Bu nedenle iddia ve savunma incelenerek hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar vermek gerekirken, mahkemenin ibranameye dayanarak davayı red etmesi usul ve yasaya aykırıdır. Kararın bu yönden bozulması gerekir.

 

DESTEK TAZMİNATI KONUSUNDA YARGITAY KARARLARI

Desteğin yardımının yalnızca parasal nitelikte bulunması zorunlu değildir. Eylemli ve düzenli olarak yapılan hizmet edimleri de bir kimsenin destek sayılması için yeterlidir. Kız evladı olan desteğin, anne ve baba olan davacılara muhtemel yaşamları boyunca para veya hizmet şeklinde destek olacağının kabulü ile hesaplamanın buna göre yapılması gerekir.
Yargılama sırasında anne ve baba olan davacıların kız çocuklarının ölümü nedeniyle hak kazandıkları destekten yoksun kalma tazminat miktarlarının belirlenmesi için bilirkişi görüşüne başvurulduğu görülmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda bayan olan desteğin evleneceği yaş olan yirmisekiz yaşına kadar destek olacağı, evlendikten sonra yeni ailesi, çocukları dikkate alındığında destek olamayacağı kabul edilerek destekten yoksun kalma tazminatının belirlendiği görülmektedir. Yukarıdaki açıklamalar da gözetildiğinde kız evladı olan desteğin anne, baba olan davacılara muhtemel yaşamları boyunca para veya hizmet şeklinde destek olacağının kabulü ile hesaplamanın yapılması gerekir. Yerel mahkemece, yukarıda belirtilen esaslar gözetilmeden tazminat hesabı yapan bilirkişinin raporunun hükme esas alınmış olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.18.4.2002, E.2002/757 – K.2002/5015

Desteğin yardımının yalnız parasal nitelikte bulunmasında zorunluk yoktur. Çünkü, ölenin hizmet edebilme güç ve kabiliyeti de para ile ifadesi mümkün olan bir mali imkan teşkil eder.
Ana ve babanın çocukları kaç tane olursa olsun, maddi durumları ne derecede bulunursa bulunsun, hatta gelecekleri, müesseselerce (sosyal güvenlik kurumlarınca) garanti altına alınmış bile, bir gün zarurete düşüp düşmeyecekleri, çocuklarına muhtaç olmayacakları önceden kestirilemez.
Ölüm meydana gelmese idi, yakın veya uzak bir süre içinde ölenin yardımından faydalanması kuvvetle muhtemel bulunan kimselerin de maddi tazminat isteyebileceğini kabul etmek gerekir.
Desteğin, sahip bulunduğu veya sahip olacağı mali imkanlarıyla, destekten yoksun kalana sağlığında temin ettiği veya edeceği; farazi desteğin ise gelecekte sağlayabileceği yardımlar göz önünde bulundurulmalıdır. Zararı oluşturan bu yardımların tespitinde, belli zamanlarda verilen veya ilerde verilmesi muhakkak olan mutat hediyeleri ve “hizmet” şeklinde yapılan yardımları da dikkate almak lazımdır. Desteğin yardımının yalnız parasal nitelikte bulunmasında zorunluk yoktur. Çünkü, ölenin hizmet edebilme güç ve kabiliyeti de para ile ifadesi mümkün olan bir mali imkan teşkil eder.
MK. nun 6. maddesi hükmünce, bu davalarda ispat yükü kural olarak davacıya düşer. Ne var ki genel yaşam deneyimlerine ve yaşamın olağan akışına dayanan kişi, artık iddiasını ispatla yükümlü değildir. Ölen çocuğun, gelecekte ana-babasına bakacağı yaşamın ve olayların normal akışı içinde beklenebiliyorsa, çocuk onlar için destektir. (HGK.21.4.1982 gün E. 1528, K.412 )
Ana ve babanın çocukları kaç tane olursa olsun, maddi durumları ne derecede bulunursa bulunsun, hatta gelecekleri, müesseselerce (sosyal güvenlik kurumlarınca) garanti altına alınmış bile, bir gün zarurete düşüp düşmeyecekleri, çocuklarına muhtaç olmayacakları önceden kestirilemez. Fakat onların ileride çocuklarının maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü, hayatın olağan akışına uygun düşer. (HGK. 17.10.1973 gün, E.899)
Babanın yaşlılığında sanatını icra edememesi halinde ve ev kadını olan annenin de kocasının ölümünden sonra zarurete düşebilecekleri ihtimali, çocukların ana ve babalarına yardım hususundaki Türk örf ve gelenekleri de dikkate alınmadan istemin bütünüyle reddine karar verilmiş olmasında isabet bulunmamaktadır.
4.HD.20.03.1986, E.1986/1585 – K.1986/2553

Bedelsiz başkasının bakımını sağlayan ve ona hizmet eden kimse de destek sayılıt. Ev işlerini gören kadın da destektir.
Yerleşmiş içtihatlara göre, bedelsiz olarak başkasının bakımını sağlayan ya da ona yardım eden kimse destek sayılmıştır. Destek, yalnız başkasına yaşamak için gerekli ihtiyaçları sağlayan ya da bunların temini için para veren kimse değildir. Bu hizmetleri görmek suretiyle çalışmasını doğrudan doğruya başkalarına tahsis eden kimse de destek sayılacağından, yalnızca ev işlerini gören bir kadın da kocasının desteği sayılabilir. Trafik kazasında ölen desteğin 1932 doğumlu olması, onun destek olamayacağına gerekçe olamaz.
11.HD.13.9.1999, E.1999/4689 – K.1999/6755

Evlilik bağı kurulmasa bile, karı koca gibi birleşen, bu amaç ve duygu ile yaşamlarını sürdüren kişilerin birbirlerine destek sayılmaları gerekir.
Toplumumuzda yasa dışı nitelendirilen, gayri resmi evliliklerin bulunduğu sosyal bir gerçektir. Medeni Yasa uyarınca, evlilik bağı kurulmasa bile, karı koca gibi birleşen, bu amaç ve duygu ile yaşamlarını sürdüren kadınlar için bakım yükümlülüğünü yerine getiren erkeğin destek sayılması gerektiği, doktrinde ve Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları ile, kabul edilmiş bir olgu olduğu gibi, Dairemizin uygulamaları da bu yöndedir. B.K.’nun 45. maddesinde de belirtildiği üzere “destek” kavramı hukuki bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu içerir. Medeni Yasa uyarınca evlilik bağı kurulmasa dahi fiili evlilik birliğiyle murise bağlı olan davacının tazminat taleplerinin, gayri resmi evliliklere yasal hak tanınmayacağı gerekçesiyle reddi hatalıdır.
21.HD.11.10.2001, E.2001/6819 – K.2001/6640

Öz annesi sağ olan çocuğun üvey annesine destek olacağı, hayatın olağan akışına ters düşen, kuvvetli bir ihtimale dayanmayan bir varsayımdır.
Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedebilme koşullarından biri, ölenin davacılara destek olduğunun veya olabileceğinin gerçekleşmesidir. Diğer deyişle, destek kavramı gerçekleşmiş veya ilerde gerçekleşmesi umulan bir bakım münasebetini zorunlu kılar. Genel olarak bir kimse ancak ölümden önce bakmakta olduğu veya sağ kalsaydı kuvvetli bir ihtimalle ilerde bakacağı anlaşılan kişilerin desteğidir.
Ölen dört yaşındaki çocuğun, uzun sayılabilecek bir süre üvey anne tarafından bakılmış, o nedenle yararına manevi tazminat takdiri için yasal koşulların gerçekleşmiş bulunmasına göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
Davaya konu olayda ölen çocuk dört yaşındadır Davacılardan M. ise üvey annesidir. Asıl annesi Ü.’nün de sağ olduğu anlaşılmaktadır. Ölen S.’nin ilerde üvey annesi M.’ye destek olacağı, diğer deyişle üvey annesinin dahi yaşama ihtiyaçlarını devamlı ve azçok düzenli bir şekilde gidermek için yardımlarda bulunacağını kabul etmek hayatın olağan akışına ters düşen, kuvvetli bir ihtimale dayanmayan bir varsayımdır.
Mahkemenin bu hukuki ve maddi olguları gözönünde bulundurmaksızın üvey anne M. için dahi destek tazminatına hükmetmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
4.HD.30.01.1986, E.1985/9525 – K.1986/710

Kız çocuğunun halen evlenmediğinin saptanması durumunda, destekten yararlanma süresinin 22 yaşın ikmalinden daha uzun süreyi kapsayacak yaşa göre belirlenmesi gerekir. Bu, gerçeğin varsayımlara üstünlüğü ilkesinin bir sonucudur.
Zararın tespitinde, hükme en yakın tarihteki asgari ücret artışlarının dikkate alınması gerekir. Çünkü, asgari ücret uygulaması kamu düzeni gereğidir.
Zararın tespiti aşamasında, hükme en yakın tarihteki asgari ücretin esas alınarak hesaplama yapılması gereği kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece re’sen dikkate alınması gerekmesine rağmen hüküm tarihinden önce yürürlüğe giren asgari ücret artışlarını yansıtmayan hesap raporunun hükme dayanak kılınması;
Hak sahibi kız çocuklarının destekten yararlanma sürelerinin evlenmelerinin üstün olasılık dahilinde bulunduğu yaşa göre belirlenmesi gerekmekte olup; gerçeğin varsayımlara üstünlüğü ilkesi kapsamında somut olayda, kız çocuğunun halen evlenmediğinin saptanması durumunda; destekten yararlanma süresinin 22 yaşın ikmalinden daha uzun süreyi kapsayacak yaşa göre belirlenmemesi; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
10.HD.03.03.2003, E.2003/615 – K.2003/1366

Davacıların maddi durumlarının iyi ve gelirlerinin fazla olması, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel değildir.
Davacılar anne ve baba olup maddi durumlarının iyi ve gelirlerinin fazla olması ve ölenin gelir ve yardımına muhtaç olmamaları, anılan davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talep etmelerine engel değildir. Nitekim destekten yoksun kalma yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evladın bayram günlerinde anne ve babaya ziyareti ve evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşma görevi maddi desteğin kapsamında değerlendirilmelidir. Bu durumda anılan davacıların destekten yoksun kalmadıklarından bahisle tazminat talebinin reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.
11.HD.11.10.2005, E.2004/10735 – K.2005/9566

Çocuğun haksız eylem sonucu ölmesi, annenin destekten yoksunluğuna hüküm verilmesini gerektirir.
Davacı, davalının hukuka aykırı eylemi sonucu zarar gördüğünü belirterek maddi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece ölenin davacıya destek olamayacağı belirtilerek dava reddedilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre, davalının davacının oğlunu öldürdüğü, bu yüzden hükümlülüğüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Borçlar Kanununun 45. maddesinde kişinin ölmesi durumunda onun yardımından yoksun kalanların uğradıkları zararların ödetilmesine karar verileceği hüküm altına alınmıştır. Mahkemece istemin reddine ilişkin karar yerindeki gerekçede desteğin davacıya yardımda bulunduğuna ilişkin davacı tarafından yeterli kanıt bulunmadığı ifade edilmiştir.
Yukarıda belirtilen yasa hükmüne göre kişinin ölmesi halinde onun yardımından yakınlarının yoksun kalabileceği kabul edilmiştir. Yine Medeni Kanunun hükümlerine göre davacının gerektiği durumlarda çocuğundan nafaka isteyebileceği de hüküm altına alınmıştır.
Toplumun yaşam kuralları, aile bağları itibariyle çocuğun annesinin desteği olabileceği bir varsayım olarak kabul edilmektedir. Bu durumda bunun aksinin davalı tarafından kanıtlanması gerekir.Mahkemenin hükmüne dayanak yaptığı tanığın açıklamasında davacının başka bir kimse ile evlendiğini, başka yere gittiğini, ölen çocuğu ile ilgilendiğini görmediğini açıklamıştır. Destek 1956 doğumlu olup öldürüldüğü tarihte 38 yaşında bulunmaktadır. Davacının bu yaştaki bir kişi ile küçük çocukmuş gibi ilgilenmesi düşünülemez.
Yargıtayın yerleşmiş kararlarına göre çocuğun annenin desteği olacağı kabul edilmektedir. Kaldı ki davacının ceza davasının yürütülmesi sırasında davaya katıldığı, böylece çocuğu ile ilişkisinin devam ettiği de anlaşılmaktadır. Nitekim; ceza mahkemesinde kurulan hükümle davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiştir. Açıklanan durumlar gözetilerek istemin kabulü yönünde hüküm kurulmak gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekirken onanmış bulunduğundan davacının karar düzeltme istemi HUMK.nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır.
4.HD.14.10.1999, E.1999/5925 – K.1999/8442

Anne ve babanın varlıklı olmaları çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz. Davacıların çocuklarının ölümüyle destekten yoksun kaldıklarının kabulü gerekir.
Destek mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmayabilir. Bunun dışında çeşitli hizmet ve yardımlarla da destek olunabilir.
Davacılar Dursun ve Leyla çocukları Şebnem’in ölümü nedeniyle destek tazminatı da istemişlerdir. Genel yaşam deneyimleri ve hayatın olağan akışı yetişkin bir insanın anne ve babasına her halükarda ve belirli bir düzeyde destek olacağını gösterir. Bu desteğin miktarı tarafların yaşam düzeyi, sağlık, sosyal ve ekonomik durumları ile orantılı olarak değişebilirse de çocuğun hiç destek olmayacağı kabul edilemez. Zira destek mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmayabilir. Bunun dışında çeşitli hizmet ve yardımlarla da destek olunabilir.
Anne ve babanın varlıklı olmaları çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz. Davacıların çocukları Şebnem’in ölümüyle destekten yoksun kaldıklarının kabulü gerekir. Bunun aksi davalı tarafından iddia ve ispat olunmadığına göre davacıların bu kalem isteğinin kabulü ile gerçekleşen zarara hükmolunması gerekirken davacıların maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.01.04.2003, E.2002/13497 – K.2003/3904

Ölenin annenin, kızının çocuğuna (torununa)bakması yoluyla yaptığı hizmet edimleri destek sayılmasını gerektirir.
Davacılardan Y.E., annesi S.Alevcan’ın, çocuğuna baktığını, ölmesi üzerine hizmetçi tutulması zorunluluğu doğduğunu ileri sürmüştür. Davacının bu iddiası yönünden BK. 45/2 maddesinde öngörülen destekten yoksunluk tazminatı söz konusu olabilir. Öyle ki, annenin, davacı kızının çocuğuna bakması yoluyla yaptığı hizmet edimleri, destek sayılmasını gerektirebilir. Ölümle, davacı Y. E., ölen annesinin bu hizmet edimlerinden yoksun kaldığına göre, uzman bilirkişi seçilip bunun karşılığı olan paranın saptanmasından sonra, iddia ile bağlı kalınarak varılacak uygun sonuç çevresinde karar verilmesi gerekir.
15.HD.02.07.1975, E.1975/2313 – K.1975/3366

Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmek için davacının yardıma muhtaç durumda olması zorunlu ( şart ) değildir.
Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedebilmek için davacının yardıma muhtaç durumda olması şart değildir. Bir başka deyişle zengin bir kimseye örneğin, oğlunun belli zamanlarda verdiği veya filhal vermese dahi ileride verilmesi muhakkak telâkkî edilebilecek herhangi bir yardımdan hatta mutad olan hediyelerinden mahrum kalmak dahi bir zarar teşkil eder. Normal geçimini sağlayan bir kimsenin bir yakınını kaybetmesinden doğan destekten yoksun kalma tazminatını isteyemeyeceğinin kabulü Borçlar Kanunu’nun 45 inci maddesi 2 inci fıkrası hükmünün amacına aykırı düşer. O halde tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının davacının ve ölen oğlunun ileride iktisap edecekleri olanakların da gözönünde bulundurularak ve herkesin içinde bulunduğu yaşama şartlarının daha iyi ve mütekâmil bir hal alacağı düşünülmek suretiyle bu işlerden anlayan yetenekli bilirkişilerden meydana gelecek bir kurula inceletilmesi ve zararın bu esaslar uyarınca saptanması gerekir.
11.HD.06.12.1974, E.1974/3301 – K.1974/3477

Davacıların maddi durumlarının ve gelirlerinin pek fazla ve yeterli derecede bulunması ve ölenin gelir ve yardımına muhtaç olmamaları davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talep etmelerine engel değildir.
Nitekim destekden yoksun kalma yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evladın bayram günlerinde anne ve babaya ziyareti ve evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşma görevi maddi desteğin kapsamında kabul edilmelidir. Bu anlayış gerek doktrin, gerekse Yargıtay uygulamasında yerleşmiş bir görüştür. Bu durumda anılan davacıların destekten yoksun kalmadıkları gerekçesiyle talebin reddi isabetsizdir.
19.HD.06.10.1992, E.1992/2629 – K.1992/4737

Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilmek için mirasçı olmak ve ölen yönünden nafaka yükümlüsü bulunmak şart değildir. Nişanlı, evlilik dışı birlikte yaşayan ve hizmetçi dahi koşulları mevcutsa destekten yoksunluk tazminatı isteyebilir.
Destekten yoksun kalma tazminatı Borçlar Kanunu’nun 45.maddesinin 2.fıkrası gereğince yoksun kalınan yardımın tazmini amacını taşır. Bu yardımın halen yapılmakta olması koşulu yoktur. Bugün yapılmasa dahi ileride yapılacağı muhakkak ise tazminata hükmetmek gerekir. Bu yardım infak ve iaşeye taalluk edebileceği gibi yılda bir veya iki defa yapılan yardımlar ve hediyeler de olabilir. Bu davayı açabilmek için mirasçı olmak ve ölen yönünden nafaka yükümlüsü bulunmak da şart değildir. Davacının ölenin bir yakını olması yani aralarında yakın ilişkiler bulunması, ancak yardımın devamlı veya yapılmasının muhakkak olması yeterlidir. Bu bakımdan nişanlı, hatta evlilik dışı birlikte yaşama ve hizmetçi dahi koşulları mevcutsa destekten yoksunluk tazminatı isteyebilir.
13.HD.11.06.2003, E.2003/2559 – K.2003/7644

Davacılar bekâr olarak ölen gencin anne ve babası olmalarına göre, hayatın doğal akışı gözetildiğinde 39 yaşında bekar bir çocuğun anne ve babasına maddi yardımda bulunacağının kabulü gerekir.
Dava, trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece maddi tazminat isteminin reddine manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacılar, trafik kazasında ölenin anne ve babası olup destekten yoksun kalma tazminat isteminde bulunmuşlardır. Mahkemece ölenin 18 yaşından büyük olup olay tarihi itibariyle anne ve babasına destek olduğunun kanıtlanamadığı belirtilerek bu dava bölümü reddedilmiştir
Destekten yoksun kalma tazminatının yasal dayanağı BK.nun 45. maddesidir. Anılan maddede ölenin desteğinden yoksun kalanların bu yönde uğradıkları zararı isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır. Olayda ölen kişi olay tarihi itibariyle 39 yaşında olup bekar bulunmasına, anne ve babası olan davacıların ölenin kanuni mirasçıları olmalarına, hayatın doğal akışı gözetildiğinde bekar bir çocuğun anne ve babasına maddi yardımda bulunacağının kabulü gerekmesine ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemeye göre adı geçen davacıların destekten yoksun kalma zararına uğradıkları benimsenerek destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi gerekirken mahkemece yukarıda belirtilen açıklamalar itibariyle kanıt yükünün davalı tarafta bulunduğu gözetilmeksizin destek olgusunun davacı tarafından kanıtlanamadığı gerekçesi ile maddi tazminat isteminin reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.27.01.2003, E.2002/10678 – K.2003/847

Üniversite öğrencisi iken trafik kazasında ölen oğullarının desteğinden yoksun kalan davacıların tazminatı hesaplanırken, öğrenimini bitirdikten sonra mesleğine göre ilerde alabileceği ücret esas alınmalıdır.
Davacılar, üniversite son sınıf öğrencisi olan oğullarının trafik kazası nedeniyle ölümü sonucu destekten yoksun kalma ve manevi tazminata hükmedilmesini istemişlerdir. Mahkemece tazminat hesaplanırken esas alınan ücret desteğin öğrenci iken aldığı ücret olup, okuduğu sınıf süre ve mesleği itibariyle öğrenimini bitirdikten sonra emsallerine göre alacağı ücret belirlenip bu ücret üzerinden hesaplanacak destek tazminatına hükmetmek gerekirken, desteğin öğrenciyken çalıştığı işten kazandığı ücret üzerinden belirlenen miktara hükmedilmesi hatalıdır.
Dava trafik kazası nedeniyle uğranılan zararın ödettirilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava kısmen kabul edilmiş karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi son sınıf öğrencisi olan oğullarının trafik kazası nedeniyle ölümü sonucu destekten yoksun kalma ve manevi tazminata hükmedilmesini istemişlerdir. Yerel mahkemece desteğin öğrencisi iken ayrıca hizmet akdi ile Sinan Yapı Endüstrisi Ticaret ve Sanayii A.Ş.’de 48,00 lira ücretle çalıştığı saptandığından bu ücret üzerinden destek tazminatı hesaplanmış ve hükmedilmiştir. Hesaba esas alınan ücret desteğin öğrence iken aldığı ücret olup, okuduğu sınıf süre ve mesleği itibariyle öğrenimini bitirdikten sonra emsallerine göre alacağı ücret belirtilerek bu ücret üzerinden belirlenecek destek tazminatına hükmetmek gerekirken, desteğin öğrenciyken çalıştığı işden kazandığı ücret üzerinden belirlenen miktara hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.12.06.2002, E.2002/1966 – K.2002/6276

Üniversite öğrencisi olan desteğin, okulunu bitirdikten sonra meslek yaşamına başlayacağı dönemde elde edebileceği ücret üzerinden tazminat hesaplanmalıdır.
Dava, trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davacıların oğlu olan desteğin üniversite öğrencesi olduğu anlaşılmaktadır. Davacı vekili, “desteğin ölümünden evvel asgari ücret üzerinden geliri bulunduğunu kabulünü kabul ediyorum” şeklinde imzalı beyanda bulunmuştur. Hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda desteğin aktif meslek yaşamına başlayacağı tarihten itibaren asgari ücretin 4,36 katı gelir elde edeceği varsayımıyla davacı anne ve babanın destekten yoksun kalma zararı hesaplanmıştır. Davacı vekilinin beyanı ele alınıp değerlendirildiğinde desteğin üniversiteyi bitireceği tarihe kadarki dönemde asgari ücretten gelir elde edeceğinin beyan edilmiş olduğu, mezuniyetten sonraki dönemin amaçlanmadığı sonucuna varılmaktadır. Davacı vekilinin bu beyanının hatalı değerlendirilmek suretiyle kararın bozulması yerinde bulunmadığından adı geçen davacıların karar düzeltme isteklerinin kabulü gerekmiştir.
4.HD.18.03.2002, E.2002/1794 – K.2002/3109

Ölen kişinin çocuğunun bulunması, bu nedenle anne ve babasının kanuni mirasçı olamamaları, destekten yoksun kalma tazminatını istemelerine engel oluşturmaz. Bir evlâdın anne ve babasına destek sağlayacağı kabul edilmelidir.
Ayrıca, ölen desteğin ölüm tarihinde ücretli olarak bir işyerinde çalışmamış olması da anne ve babasına destek olamayacağı sonucunu doğurmaz.
Davacılar, davalının haksız eylemi sonucu kızlarının öldürülmesi nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talep etmişlerdir. Mahkemece istenen manevi tazminatın kısmen kabulüne, maddi tazminat istemi ise, davacıların ölenin mirasçıları olmadıkları gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
BK’nın 45. maddesine göre, ölenin desteğinden yoksun kalanların maddi tazminat isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır. Davacılar ölenin ana ve babasıdır. Bir çocuğun anne ve babasına destek olabileceği varsayım olarak kabul edilmelidir. Evlâdın anne ve babasına destek olabileceği varsayım olarak kabul edilmelidir. Ölenin bir çocuğunun bulunması, bu nedenle de davacıların mirasçı olamamaları destekten yoksun kalma tazminatım istemeye engel teşkil etmez. Ayrıca desteğin öldüğü tarihte ücretli olarak bir yerde çalışmamış olması da anne ve babasına destek olamayacağı sonucunu doğurmaz. Bu yönler ve olayın oluş biçimi de gözetilerek karar verilmesi gerekirken mevcut yasal düzenlemeye aykırı hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.13.09.2005, E.2004/13893 – K.2005/9189

Destekten yoksun kalma tazminatı davasında yetiştirme giderleri hangi tarihteki değerlere göre hesaplanıyorsa destek tazminatının da aynı tarihteki verilere göre hesaplanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan desteğin ölümü nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece maddi tazminat istemi reddedilmiş, manevi tazminat istemi kesinleştiğinden yeniden bu konuda bir karar verilmemiştir. Kararı davacılar temyiz etmiştir.
Davacılar ölen küçüğün anne ve babası olarak destekten yoksun kalma tazminatı istemişlerdir. Mahkemece daha önce hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda hesaplanan destek tazminatlarına hükmedilmiştir. Anılan kararın davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine karar dairece yetiştirme giderlerinin anne ve baba için hesaplanan tazminatlardan düşülmediği gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya uyularak ölen küçüğe gelir elde edeceği yaşa kadar yapılacak yetiştirme giderleri konusunda yeniden bilirkişi raporu alınmıştır. Daha önceki bilirkişi raporunda hesaplanan destek tazminatlarından son raporda hesaplanan yetiştirme giderleri düşülmek suretiyle davacıların destek zararının olmadığı gerekçesiyle bu konudaki istem reddedilmiştir. Oysa yetiştirme giderleri rapor tarihindeki değerlere göre hesaplandığına göre destek tazminatının da aynı tarihteki verilere göre hesaplanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirdi. Anılan yön gözetilmeden verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.01.03.2006, E.2006/1273 – K.2006/2017

Destekten yoksun kalma tazminatı desteği sağlayan kimse ile destek olanın olası yaşamlarında sağlanacak gelirin desteğin toptan ödetilmesidir. Bu tazminat mirasçılıktan ayrıdır. Bu nedenle ölenin sağlığında işgücü kaybı nedeniyle işverenden almış olduğu ödence bu tazminattan düşülemez.
Davacılar, murisleri Veysel’in davalıya ait kömür ocaklarında çalışmakta iken meslek hastalığına yakalandığını ve bu hastalık sonucu öldüğünü, onun desteğinden yoksun kaldıklarını ileri sürerek, maddi ve manevi tazminat istemişlerdir.
Borçlar Yasasının 45/2. maddesi hükmüne göre, bir haksız eylem sonucu desteğini yitiren kimse, bu yüzden uğradığı zararın ödetilmesini dava edebilir. Bu destekten yoksun kalma tazminatı, desteğini yitiren kimse ile desteğin, yani ölenin, yaşamaları muhtemel süre içerisinde, ölen desteğin çalışarak sağlayabileceği gelir ve kazancından ayırmak suretiyle yapabileceği yardımın tutarının, peşin olarak ve toptan ödetilmesinden ibarettir. Çünkü, bu tazminat ile güdülen amaç, destek yaşamış olsa idi, yardım ettiği kimseye, yapabileceği yardım tutarını sağlamaktır. Bir başka anlatımla, desteğini yitiren kimsenin, ölümle sonuçlanan olaydan önceki sosyal ve ekonomik yaşam düzeyinin devamını sağlayacak bir paranın ödettirilmesidir. Böyle olunca da, zarar tutarının belirlenmesinde desteğin gelirinin saptanması büyük önem taşır.
Öte yandan, destekten yoksun kalma tazminatı, niteliği itibariyle, 3. kişilere, desteğin gelir ve yardımından yoksun kalmaları nedeniyle tanınmış, bağımsız bir hak olup, mirasçılık sıfatı ve miras hukuki ile bir ilgisi yoktur. Çünkü bu hak mirasçılık sıfatından değil, eylemli olarak destek olanın ölümü nedeniyle, onun gelir ve yardımından yoksun kalma ya da farazi destek olma olgusundan kaynaklanmaktadır. Görülüyor ki, Borçlar Yasasının 45. maddesinde sözü geçen destek kavramı, hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ve ne de yasanın nafakaya ilişkin hükümlerine dayanmaz. Bir kimseye, sadece eylemli ve düzenli olarak, geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır. O halde, destek sayılabilmek için bakımın (yardımın) eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterlidir ( HGK. 21.4.1982 gün, 1979/4 -1528 E.412 K. ). Şu kısa açıklamaların ışığı altında somut olay incelendikte;
Davacıların murisi ve desteği Veysel’in, davalı idareye ait kömür ocaklarında çalışmakta iken meslek hastalığına tutulduğu ve 26.1.1962 tarihinde % 10 maluliyet tesbit edildiği ve giderek artmak suretiyle % 74 oranına yükseldiği ve bu maluliyetli sebebiyle kendisine gelir bağlandığı tartışma konusu değildir. Keza, miras bırakanın sağlığında, işveren aleyhine açmış olduğu ve Zonguldak 1. İş Mahkemesi’nde görülen, 1972/680 esas sayılı dava sonunda, davacının, tutulduğu meslek hastalığı nedeniyle çalışma gücünü % 74 oranında kaybettiği gözetilerek, davalı işverenin tazminatla sorumlu tutulduğu yönünden de bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Temyiz incelemesine konu olan bu davada; mahkemece, hükme dayanak yapılan 27.6.1979 tarihli bilirkişi raporunda, destek Veysel’in, öldüğü tarihte, çalışma gücünün % 74’ünü kaybetmiş ve bunun karşılığını da, az yukarıda sözü edilen dava sonunda davalı işverenden almış bulunduğu; ölüm gününde, % 26 oranında çalışma gücü olan bir kimse olduğu, gözönünde tutulmamıştır. Oysa, desteğin gelirinin saptanmasında, onun öldüğü gündeki beden ve çalışma gücünün esas alınması gerekir. Çünkü, bir kimsenin çalışarak elde edebileceği kazanç, onun yaşı, mesleği, sağlık durumu ve beden gücü ile yakından ilgilidir.
Öte yandan, yukarıda da değinildiği üzere, destekten yoksun kalma tazminatı, mirasçılık sıfatından ayrı ve bağımsız bir hak olduğundan, desteğin, sağlığında, % 74 beden gücünün kaybına karşılık olarak işverenden almış olduğu tazminatın da bu davada hesab edilecek tazminat tutarından mahsup edilmesi ( indirilmesi ) düşünülemez.
O halde, mahkemece yapılacak iş; yeniden bir bilirkişi incelemesi yaptırmak suretiyle, desteğin ölüm gününde % 26 çalışma gücü bulunduğu gözetilerek, bu durumu ile, önceki kesinleşen ilamla yaşayacağı farz ve kabul edilen 1.7.1995 tarihine kadar elde edebileceği gelir esas alınarak, davacıların destekten yoksun kalma tazminatlarını yeniden hesaplatmak ve hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar vermekten ibarettir.
O halde, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın verilen kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.
HGK.25.05.1984, E.1982/9-301 K.1984/619

 

BEDENSEL ZARARLARDA GÜÇ KAYBI TAZMİNATI

BEDEN GÜCÜ EKSİLEN KİŞİNİN KAZANÇLARINDA BİR AZALMA OLMASA BİLE
“GÜÇ KAYBI TAZMİNATI” İSTEYEBİLECEĞİNE İLİŞKİN KARARLAR

(1) Bugün uygulamada, kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle, gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi, tazminatın gerekeceği kabul edilmekte ve bu, “güç (efor) kaybı tazminatı” diye adlandırılmaktadır.
Burada, beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı işi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç (efor) sarfıyla yaptığı gerçeğinden hareket edilerek bir anlamda zararı, bu fazladan sarf edilen gücün oluşturduğu kabul edilmektedir.
Bu kabul tarzının ortaya çıkardığı sonuç, tazminat hukuku kavram ve kurallarına uygundur. Bilindiği gibi, hukuka aykırı olarak gerçekleşen zararın, zarar görenin kendi imkanlarıyla giderilmesi, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Kişinin oluşan beden gücü kaybı sonucu meydana gelmesi kaçınılmaz zararı (gelir azalması), bizzat kendisinin “daha fazla bir güç” harcayarak gidermesi sorumluluktan kurtarma aracı olarak kullanılmamalıdır. Aksi görüş, zarar gören yerine, hukuka aykırı eylemle zarar veren kişinin korunmasını ortaya çıkarır ki, bu da hak ve adalet ölçülerine ters düşer.
4.HD.19.04.1982, E. 1982/3059 – K. 1982/3938

(2) Meslek hastalığına uğrayan işçinin, aynı işe devam etmesi halinde, öteki işçilerden daha fazla çaba harcayacağı dikkate alınmalıdır.
HGK.27.03.1974, E. 1971/9-620 – K. 1974/280

(3) Beden gücünün eksilmesi nedeniyle, davacı aynı işte çalışmış olsa dahi, maruz kaldığı meslek hastalığından dolayı gördüğü işin niteliği itibariyle eskisine ve aynı işi gören diğer işçilere göre daha çok çaba harcayacağı asıldır. Bu durumda, işçinin meslek hastalığına yakalandığı tarihten itibaren meydana gelen gelir kaybına hükmetmek gerekir.
HGK. 03.05.1974, E.1972/9-165 – K.1974/480

(4) İş kazası sonucu bedensel zarara uğrayan ve sakat kalan işçi, kazadan önceki ücret ve sair haklarında bir azalma olmadan çalışmaya devam etse dahi, aynı işi yapmak için öncekine oranla daha fazla bir çaba ( efor ) sarfedeceğinden tazminat isteme hakkı vardır.
Bu tazminat türü esas itibariyle İş Kanunlarında düzenlenmemiş olup, uyuşmazlığın İş Hukukunun özellikleri de dikkate alınmak suretiyle Borçlar Kanununun 46. maddesi hükmünce çözümlenmesi gerekir. Borçlar Kanununun 46. maddesine göre, “cismani bir zarara düçar olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflarını isteyebilir”.
Aslolan arıza veya sakatlık değil, bu arıza veya sakatlığın tazminat alacaklısını zarara maruz bırakmasıdır.Zarar gerçekleştiği takdirde tazminata hükmedilecektir. İş kazası sonucu olarak bedeni bir arıza veya sakatlığı müteakip iş yerinde kazadan önceki ücret ve sair haklarında bir azalma söz konusu olmadan çalışmaya devam etse dahi, işçi, aynı işi yapmak için öncekine oranla daha fazla bir çaba ( efor ) sarfedeceğinden tazminat isteyebilecektir.
HGK. 06.05.1983, E. 1983/9-237 – K. 1983/478

(5) Hastalığı sebebiyle malül kalan davacının, aynı işyerinde eskisine nazaran daha fazla efor sarfıyla çalışacağı kabul olunarak, kazanç kaybı hesaplanmalıdır.
HGK.11.07.1970, E.1968/9-1309 – K.1970/415

(6) Beden gücünün belli oranda yitirilmesi durumunda, fazla efor yüzünden tazminat gerekir.
.Davacı işine devam etse bile bundan sonra işini yapmak için bugüne kadar harcadığı beden gücünün eksilmesi oranında daha fazla efor harcamak zorunluğunda kalacaktır. Bunun karşılığının sebep olandan alınması zorunludur. Yargıtay’ın bütün dairelerinin ve Hukuk Genel Kurulu’nun uygulaması da bu doğrultudadır.
4.HD.18.12.1974, E.1974/5619 – K.1974/17011

(7) Davacının eski görevinde kalsa dahi, bu görevini yaparken, beden gücü kaybı oranında daha fazla bir güç harcayarak eski işini yürütmek durumunda kalacağından, tazimnat isteme hakkı vardır.
4.HD.30.05.1974, E.1974/4736 – K.1974/2900

(8) Beden gücü kaybına uğrayanın eski işinde çalışıp aynı ücreti alması, fazla efor sarfından doğan zararın tazminine engel değildir.
Bu sebeple davacının çalışma gücünün eksilmesinden doğan zarar hesaplattırılarak hüküm altına alınması gerekirken, maddi tazminat isteğinin tamamının reddine kadar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
4.HD.11.06.1984, 5049-5511

(9) İşçi yitirilen beden gücü oranında fazla bir efor sarfedip gücünü zorlayarak işini fazla çaba ile görebileceğinden bu yolda beliren zararını dahi isteyebilir.
Sürekli işgöremezlik durumuna giren işçinin, işgücü kaybı oranında işverenden tazminat isteme hakkı vardır. İşçinin, işyeri tehlikesi sonucu beden ve ruh bütünlüğünün bozulmasına rağmen, eskisi gibi işine devam etmesi ve gelir sağlaması da mümkündür. Ancak işçi bu durumda, kaybettiği beden gücü oranında fazla bir güç (efor) sarfedip gücünü zorlayarak işini fazla çaba ile görebileceğinden, bu yolda beliren zararını dahi isteyebilir.
10.HD.04.02.1977, E.1977/5614 – K.1977/730

(10) İş kazasında sakat kalan işçi, eski işyerin¬de eski ücretiyle çalışmasına devam etse bile, işverenin işçiye maddî tazminat vermesi gerekir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının aynı şartlarla çalışmaya devam etmekte olmasına göre, Adlî Tıp Mec¬lisi raporunda belirtilen malûllük yüzünden maddî bir zarara uğra¬yıp uğramamış bulunduğu noktasında toplanmaktadır.
Davacı işçinin malûllüğünün, yıllar boyunca sürecek olan iş hayatında etkisiz kala-cağını düşünmek hukukî gerçeğe uygun bulunmamak gerektir. Uzun bir çalışma süresinde, oldukça önemli olan malûllüğün iş verim gücü ve dolayısıyla ücret yükselişleri üzerinde cid¬dî etkiler yapacağı muhakkaktır. Bundan başka sürekli bir malûllük yüzünden davacının bütün hayatı boyunca sağlığına karşı göstereceği takyitler için yapacağı masraflar da gözden uzak tutulmamak gerekir. Bu hukukî esas¬lar göz önünde tutulmadan maddî tazminat isteğinin reddedilmiş ol¬ması kanuna aykırıdır.
9.HD.27.12.1963, 1791-2065

(11) İş kazası sonucu sakat kalan işçinin, eski ücretiyle aynı işi görmeye devam etse dahi, kaybettiği beden gücü oranında fazla bir güç ve olağanüstü gayret sarfederek çalışmak zorunda kalacağı; çalışma gücü süresinin kısalacağı ve olağan süreden önce çalışamaz hale geleceği gözönünde bulundurularak maddi tazminata hükmedilmesi gerekir.
9.HD.25.06.1968, 5098-9131

(12) Davacının çalışma gücündeki azalmadan dolayı, diğer işçilerden daha fazla enerji sarfetmek zorunda kaldığı hallerde, malüllüğü oranında gelir kaybını istemesi mümkündür.
9.HD.17.02.1969, 14761-1701

(13) Meslek hastalığı sonucu malûliyete rağmen, işçinin aynı işyerinde aynı iş parasıyla işe devam etmesi durumunda, sarfetmek zorunda kaldığı fazla çaba karşılığını istemeye hak kazandığının kabulü gerekir.
9.HD.01.10.1971, 14943-20537

(14) Davacının, sakatlığı oranında daha çok çaba harcaması asıldır. Bedeni gücünü yitirmiş olması nedeniyle aynı koşullarda bir iş bulup normal bir kazanç sağlayabileceği şüphelidir. Bu nedenle, geleceğin kötü ihtimalleri karşısında, davacıyı kaderi ile başbaşa bırakmak hak ve adalet kuralları ile bağdaşmaz.
O halde, davacının aynı işyerinde çalışmakta olduğundan gerçekleşmiş bir zararı olmayacağından söz edilerek maddi tazminata ilişkin isteğin ret edilmiş olması uygulamalara ve iş hukukunun özelliklerine aykırıdır.
9.HD.13.11.1973, 8850-32604

(15) Davacı, dava konusu olay sonucu %20 sürekli çalışma gücü kaybına uğrayacak derecede yaralanmıştır. Bu yüzden yaşıtlarına göre daha fazla efor sarf ederek aynı kazancı elde edeceği esasına göre, maddi tazminat verilmesi gerekmektedir.
4.HD.10.05.1999, E.1999/10241 – K.1999/4246

(16) İşgöremezlik tazminatı, aynı işi yapan diğer insanlara nazaran, yaralanan şahsın daha fazla sarfedeceği efor karşılığı olduğundan, davacının halen çalışması karşılığı aldığı maaşın, iş göremezlik tazminatından indirilmemesi gerekir.
11.HD. 11.11.2003 E. 2003/9385 K. 2003/10749

(17) Meslek hastalığı sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi sair işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır.
Davacı, meslek hastalığı sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. İşçinin yaşlılık aylığı alması veya işçinin yaşı ve işçide oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranına göre ileride çalışıp yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içerisinde bulunması durumunda da zarar hesabında pasif dönemin hesaba dahil edilmesi gerekir. 60 yaşından sonra elde edeceği yaşlılık aylığını da sair işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti sebebiyle zarara uğramadığının kabulü isabetsiz olur. Kaldı ki, sigortalıya bağlanan yaşlılık aylığında meslek hastalığı ve iş kazası kolundan alınan primlerin hiçbir etkisi bulunmamakta olup tamamen uzun vadedeki sigorta kollarından ödenen primler sonucu aylık bağlanmaktadır. Bu sebeplerle pasif dönemin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekir.
21.HD. 01.12.2003, E.2003/9447 – K.2003/9700

(18) Meslek hastalığı sonucu malul kalan işçinin, aynı işinde çalışmaya devam etse dahi, diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. Bu nedenlerle pasif dönemin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekir.
Dava, iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.
Zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde, işçinin yaşlılık aylığı alması veya işçinin yaşı ve işçide oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranına göre ileride çalışıp yaşlılık aylığına hak kazanmasının üstün olasılık içinde bulunması durumunda da zarar hesabında pasif dönemin hesaba dahil edilmesi gerekir. Meslek hastalığı sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. 60 yaşından sonra elde edeceği kazançların diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti nedeniyle zarara uğramadığının kabulü isabetsiz olur. Kaldı ki, sigortalıya bağlanan yaşlılık aylığında meslek hastalığı ve iş kazası kolundan alınan primlerin hiçbir etkisi bulunmamakta olup tamamen uzun vadedeki sigorta kollarından ödenen primler sonucu aylık bağlanmaktadır. Bu nedenlerle pasif dönemin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi zarar hesabında pasif dönemin hesaba dahil edilmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD. 21.03.2005 E. 2005/117 K. 2005/2621

(19) İş kazası sonucu beden gücü kaybına uğrayan işçinin, bu maluliyeti nedeniyle, bundan sonraki yapacağı çalışmalarda diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak gelir elde edeceğinin ve bu nedenle zarara uğradığının kabulü gerekir.
21.HD. 22.03.2005 E. 2005/1245 K. 2005/5209

(20) Güç kaybına uğrayan kişinin, aynı işi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç (efor) harcayarak yapması halinde, bu fazladan sarf edilen güce karşılık gelen zararın tazminini, sırf bu nedenle isteyebilecektir. Bu itibarla, kazadan önceki aylığını almakta devam etmesi, onun tazminat istemek hakkını ortadan kaldırmaz.
11.HD. 21.03.2005 E. 2004/6063 K. 2005/2500

(21) Haksız eylem sonucunda yaralanan kişinin meslekte kazanma gücüne ilişkin kaybı, işini yapmasına engel olmasa bile, o kişinin aynı işi meslektaşlarına oranla daha fazla efor sarf ederek yapmak zorunda kalması halinde zarar gerçekleşmiştir.
11.HD. 11.05.2006 E. 2005/3415 K. 2006/5510

(22) Davacının yaşadığı sürece hayatını idame ettirmek için, maluliyeti nedeniyle daha fazla güç sarf edeceği açıktır. Bu nedenle, davacının yaşı ve yaşam tarzı itibariyle ne miktar gelir elde edebileceği belirlenmeli, bu belirlemeye göre davacının çalışma gücü kaybından doğan zararı hesaplanmalıdır.
11.HD. 29.06.2006 E. 2006/4787 K. 2006/7723

(23) İş kazası sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. 60 yaşından sonra elde edeceği yaşlılık aylığını da diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti nedeniyle zarara uğradığı kabul edilmelidir.
21.HD. 03.05.2007 E. 2007/2485 K. 2007/7459

(24) İş kazası sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. 60 yaşından sonra elde edeceği yaşlılık aylığını da diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti nedeniyle zarara uğramadığı düşünülemez.
21.HD. 24.06.2008 E. 2008/2802 K. 2008/9720

(25) Beden gücü kaybına uğrayan davacının, olaydan sonraki yaşamı ve kazanç getirecek faaliyetlerinde fazla efor sarfedecek olması nedeniyle tazminat isteminin kabulü gerekir.
4.HD.17.01.2002, 9332-451

(26) İş kazası sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. Ayrıca 60 yaşından bakiye ömrünün sonuna kadar olan pasif dönemin de asgari ücret üzerinden hesaplanması gerekir.
21.HD. 10.04.2008 E. 2007/20152 K. 2008/5565

(27) Davacının memur olması ve maaşında bir eksilme meydana gelmemesi davacının maddi tazminat istemesine engel olamaz. Çünkü davacı çalışma gücünü kaybetmekle eski işini önceden olduğu gibi yürütebilmek için daha fazla efor sarf etmek zorundadır. Zarar görenin efor kaybı sebebiyle maddi tazminat istiyebileceği gerek öğretide gerekse uygulamada kabul edilen bir olgudur.
4.HD. 03.03.2009, E.2008/6661 – K.2009/3087

KİŞİLERİN GÜNLÜK YAŞAMLARINI SÜRDÜRÜRLERKEN VE YAŞLILIK YILLARINDA DA SAKATLIKLARI ORANINDA ZORLANACAK OLMALARI NEDENİYLE “GÜÇ KAYBI TAZMİNATI” İSTEYEBİLECEKLERİNE İLİŞKİN
YARGITAY KARARLARI

(1) Davacı yaşadığı sürece maluliyeti nedeniyle daha fazla güç (efor) sarf edeceğinden, güç kaybı zararı hesaplanmalıdır.
Dava, trafik kazasından doğan işgücü kaybı, yol gideri ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davacının işgücü kaybına yönelik isteği, 68 yaşında olduğu ve bir işde çalıştığına ilişkin delil olmadığı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Davacının olay nedeniyle %34 oranında maluliyete uğradığı sabittir. Yaşadığı sürece hayatını sürdürmek için davacının maluliyeti nedeniyle daha fazla güç (efor) sarf edeceği açıktır. Bu nedenle, davacının çalışma gücü kaybı zararı hesaplanmalıdır.
4.HD.28.12.1998, E.1998/7858 – K.1998/10906

(2) Beden gücü kaybına uğrayan davacı, emeklilik döneminde de daha fazla güç sarfederek yaşamını sürdüreceğinden, pasif dönem için de zarar hesabı yapılmalıdır.
Davacı beden gücü kaybı nedeniyle tazminat isteminde bulunmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı memur olduğundan 65 yaşına dek hesaplama yapılmış, pasif dönem hesaplanmamıştır. Oysa davacı beden gücü kaybı nedeniyle pasif dönemde de daha fazla efor sarfederek yaşamını devam ettirecektir. Bu nedenle pasif dönemin de hesaplamada gözetilmesi gerekir.
4.HD.14.02.2002, E. 2001/10857 – K. 2002/1844

(3) Davacının beden gücü kaybı nedeniyle tazminatı hesaplanırken (emeklilik (pasif) dönem zararı üzerinde de durulmak gerekir.
Davacı vekili, davacının oğlunun trenden inerken, trenin ani hareket etmesi sonucu uğradığı kazada bacağını kaybettiğini, bundan dolayı maddi ve manevi zararı olduğunu ileri sürerek dava açmıştır. Mahkeme toplanan kanıtlara göre bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmetmiş; davacı vekili tazminat raporuna yaptığı itirazda davacı için hesaplanan tazminatın sadece aktif döneme ilişkin olduğunu ve emeklilik (pasif) dönemine ilişkin herhangi bir tazminat hesaplanmadığını bildirdiği halde, davacı vekilinin bu itirazı üzerinde durulup, bilirkişiden bu konuda ek rapor alınmak ve sonucuna göre hüküm kurulmak gerekirken, bu husus gözden kaçırılarak eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
11.HD.19.02.2001, E.2000/10331 – K.2001/1305

(4) Davacı beden gücü kaybı nedeniyle pasif dönemde de daha fazla efor sarf ederek yaşamını sürdürecektir. Bu nedenle, pasif dönemin de hesaplamada gözetilmesi gerekir.
Mahkemece, işçinin yaşı ve meslekte kazanma gücü kayıp oranına göre ileride çalışıp yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içinde bulunduğu, bu nedenle zarar hesabına pasif dönemde elde edeceği kazançların dahil edilmediği gerekçesine dayalı hesap bilirkişi raporunu esas alarak yazılı şekilde karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır. Gerçekten, davacı beden gücü kaybı nedeniyle pasif dönemde de daha fazla efor sarf ederek yaşamını sürdürecektir. Bu nedenle, pasif dönemin de hesaplamada gözetilmesi gerekir.
21.HD.07.07.2004, E.2004/ 6281 – K.2004/ 6772

5) Davacı beden gücü kaybı nedeniyle pasif dönemde de daha fazla efor sarf ederek yaşamını devam ettirecektir. Bu nedenle, pasif dönemin de hesaplamada gözetilmesi gerekir.
Mahkemenin açıklanan zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde, işçinin yaşı ve oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranına göre ileride çalışıp yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içinde bulunduğu bu nedenle zarar hesabına pasif dönemde elde edeceği kazançların dahil edilmediği gerekçesine dayalı hesap bilirkişi raporunu esas alarak yazılı şekilde karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır.
21.HD. 09.02.2006, E. 2005/11283 – K. 2006/969

(6) Davacı, çalışma gücünden kaybedecek biçimde yaralandığına göre, iyileşme sürecinin tamamlanmasından sonraki döneme ilişkin olarak aktif çalışma dönemi yanında, pasif dönem için de tazminat hesaplanması gerekir.
4.HD.30.06.2004, E. 2004/1812 – K. 2004/8531

(7) Emekliye ayrılan işçi, yaşlılık döneminde hiç çalışmasa da günlük yaşamında daha fazla fiziksel çaba harcayacağından, pasif dönem zararı da hesaplanmalıdır.
Davacının 60 yaşından sonra yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti nedeniyle zarara uğramadığının kabulü isabetsizdir. Bu nedenlerle pasif döneminin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekirken, pasif dönem zararı dışlanmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması de usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD. 05.04.2007 E. 2006/17139 K. 2007/5679

EV KADINLARININ KENDİ EV HİZLETLERİNİ YAPARLARKEN,
SAKATLIKLARI ORANINDA ZORLANACAK OLMALARI NEDENİYLE
TAZMİNAT İSTEYEBİLECEKLERİNE İLİŞKİN KARARLAR

(1) Ev kadını olan davacının normal yaşama süresince, ev işlerini ve hizmetlerini yürütürken, beden gücündeki eksilme nedeniyle sarfedeceği fazla efor karşılığı hesap ettirilip, bulunacak maddi tazminatın ödetilmesine karar verilmelidir.
15.HD. 20.10.1975, E. 1975/3787- K. 1975/4103 (YKD. 1976/6-879)

(2) Ev kadını yönünden zararın saptanmasında yaşam süresi gözönüne alınmalıdır. Evinin hizmeti yönünden çalışma gücündeki kaybın yaşam süresince devam edeceğinin kabulü gerekir.
19.HD.14.10.1993, E.1993/7605 – K.1993/6582 (İBD.2001/3-939)

(3) Davacının yaşam süresi sonuna kadar “ev kadını” olarak yaşamını sürdüreceği ve sakatlığı oranında fazla güç harcayacağı kabul edilerek asgari ücret baz alınmak suretiyle, zararının hesaplatılması gerekir.
19.HD.03.10.1995, E.1995/1076 – K.1995/7783

(4) Ev kadını trafik olayı nedeniyle yaralanmıştır. Bu yaralanma sonucu istenen tazminat, ev kadınının ölüm tarihine kadar çalışacağı kabul edilerek hesaplanmalıdır.
11. HD. 27.06.1996, 3356-4735

(5) Davacının ev kadını olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece %16 oranında iş gücü kaybına uğrayan davacının pasif dönemde de bu durumdan zarar göreceği düşünülmeden, 506 sayılı Yasada kadınlar için emeklilik yaşı olarak belirlenen 58 yaşına kadar tazminat hesabı yapılması doğru olmamıştır.
11.HD.03.07.2006, E.2005/7647- K.2006/7791

İŞÇİ, YAŞLILIK AYLIĞINI DAHA FAZLA GÜÇ (EFOR) HARCAYARAK
ELDE EDECEĞİNDEN, PASİF DÖNEM ZARARININ DA HESAPLANMASI
GEREKECEĞİNE İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI

(1) İşgücü kaybına uğrayan işçi, yaşlılık aylığını daha fazla çaba harca¬yarak elde edeceğinden, pasif dönemin de hesaplamada gözetilmesi gerekir.
şgöremezlik kaybına uğrayan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. 60 yaşından sonra elde edeceği yaşlılık aylığını da diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden, yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek maluliyeti nede¬niyle zarara uğradığının kabulü gerekir.
21.HD.22.06.2004, 5352-6075

(2) Meslek hastalığı sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etmesi halinde diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. Yaşlılık aylığını diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edecek olması nedeniyle de, pasif dönemin zarar hesabına katılması gerekir.
21.HD.11.12.2006, E. 2006/16464 – K. 2006/15348

(3) İşçinin, iş görebilme çağı sonrası pasif devrede de zarara uğrayacağı, yaşlılık aylığıyla karşılanmayan bakiye bir zararının bulunduğu kabul edilerek, pasif dönem zararının da hesaplanması gerekir.
Vücut bütünlüğü ihlali, bazı hallerde çalışma gücüne olumsuz etkide bulunmaktadır. Çalışma gücü kaybı olarak ifade edilen bu etki, işgücünün gelir getirici şekilde kullanımının tamamen yok olması yada azalması niteliğinde olup, işgücü kaybı yada azalmasından kaynaklanan ekonomik sonuçlar, zararı oluşturmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nca sağlanan sigorta yardımları, kimi durumlarda işçinin uğradığı zararı tümüyle karşılamaktan uzaktır. Bunun nedeni, sigorta yardımlarının, iş kazasının ortaya çıkardığı zarar dikkate alınarak değil, aktüeryal dengeler de gözetilerek, yasaların öngördüğü sınırlar uyarınca belirlenmiş olmasıdır.
Belirtilen nedenlerle, davacı işçinin, iş görebilme çağı sonrası olarak da ifade edilen pasif devrede de zarara uğrayacağı, yaşlılık aylığıyla karşılanmayan bakiye bir zararının bulunduğu kabul edilerek; ileride yaşlılık aylığına hak kazanma olasılığı üzerinde durulmadan, pasif dönem zarar hesabının yaptırılması gerekmektedir.
HGK. 07.03.2007, E. 2007/21-112 – K. 2007/114

(4) Davacının maddi zararı belirlenirken pasif dönem zararının da hesaplanması gerekir.Aksi yöndeki bilirkişi raporuna dayanılarak karar verilmiş olması da mahkemenin kabul şekli bakımından hatalı olmuştur.
21.HD.15.05.2008, E. 2007/23396 – K. 2008/7923

(5) İşçinin yaşlılık aylığı alması veya işçinin yaşı ve işçide oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranına göre, ilerde çalışıp yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içinde bulunması durumunda da, zarar hesabında pasif dönem hesaba dahil edilmelidir. 60 yaşından sonra elde edeceği yaşlılık aylığını da diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden, yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti nedeniyle zarara uğradığının kabulü gerekir.
21.HD.02.11.2004, E.2004/9603 – K.2004/9223

(6) İş kazası sonucu malul kalan işçinin aynı işinde çalışmaya devam etse dahi diğer işçilerden daha fazla çaba harcayacağı asıldır. 60 yaşından sonra elde edeceği yaşlılık aylığını da diğer işçilerden daha fazla çaba harcayarak elde edeceğinden yaşlılık aylığını aldığı dönemde de devam edecek olan maluliyeti nedeniyle zarara uğramadığı düşünülemez. Bu nedenlerle pasif döneminde zarar hesabına dahil edilmesi ve 60 yaştan sonra bakiye ömrüne kadar (pasif dönemde), asgari ücret esas alınarak hesap yapılması gerekir.
21.HD. 23.06.2008, E.2008/3536 K.2008/9673

 

İŞVERENİN SORUMLU OLACAĞI TRAFİK-İŞ KAZALARI

TRAFİK-İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM – İŞVERENİN SORUMLULUĞU İŞVERENCE GÖREVLENDİRİLEN DİĞER İŞÇİNİN YAPTIĞI KAZA

İşverence görevlendirilen diğer bir işçinin kullan¬dığı özel araba ile görevde iken trafik kazası sonucu ölen işçinin mirasçıları işverene karşı tazminat davası açabi-lirler.
Bu durumda işveren ilke olarak sorumlu olup, varsa öle¬nin kusuru oranında sorumluluktan kurtulur. (1475 S.K. Mad. 73
Davanın konusu miras bırakanın kazada ölümü nedeniyle işverenden destekten yoksun kalma tazminatının alınması isteğinden ibaret olup dava, olayda işverenin kusurunun bulunmadığı, işverenin diğer bir içşisinin kul¬landığı öze! vasıtanın trafik kazası yapması sonucu öldüğü vasıta sahibinin mirasçıları aleyhine dava açılabileceği gerekçesiyle reddedilmiştir.
Davacıların miras bırakanı, davalı şirket Yönetim Kurulu kararı ile görevli olarak Avrupa’ya gönderilmiştir. Kazayı yapan işverenin diğer bir iş¬çisi, vasıtayı kullanan kişi dahi işverence aynı şekilde görevlendirilmiştir. Kaza dönüş sırasında meydana gelmiş olup bir iş kazasıdır. İşverenin yolcu¬luk için herhangi bir öneride bulunduğu, işçinin de bu öneriye aykırı davran¬dığı ileri sürüimemiştir. O halde işveren ilke olarak tazminatla sorumlu olup varsa miras bırakanın kusuru oranında sorumluluktan kurtulur. Mah¬kemece bu esaslara aykırı olarak yazılı gerekçelerle davanın reddi isabet¬siz olup, bozmayı gerektirmiştir.
9.H.D.05/04/1983, E.1983/374 – K.1983/3094

TRAFİK-İŞ KAZASI
İŞVERENİN, İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ HÜKÜMLERİNE
UYUP UYMADIĞININ ARAŞTIRILMASI GEREĞİ

Özet: Davalının, ölen sigortalının işvereni olarak, 506 sayılı yasanın 26/1. maddesine göre kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veya suç sayılabilir bir hareketi ile iş kazasının oluşumuna etkide bulunması durumunda sorumludur.
Davanın yasal dayanağı 506 Sayılı Yasanın 10 ve 26. maddeleridir. Davacı Kurum, trafik-iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirin işveren Malatya Pazarı Kuruyemiş A.Ş., karşı araç sürücüsü F.D. ve bu aracı zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalayan sigorta şirketi B. Sigorta A.Ş.den rücuan tahsilini istemektedir.
506 sayılı Yasanın 4. maddesine göre, davalı M.P.Kuruyemiş A.Ş. ölen sigortalının işvereni olarak 506 Sayılı Yasanın 26/1. maddesine göre kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veya suç sayılabilir bir hareketi ile iş kazasının oluşumuna etkide bulunması durumunda sorumludur. Davalı M.P.Kuruyemiş A.Ş.nin bu madde gereğince olayda kusurlu olup-olmadığının belirlenmesi ve belirlenen bu kusur üzerinden 10. madde sorumluluğunun tespit edilmesi gerekir.
Mahkemece, işveren davalının 506 Sayılı Yasanın 26/1. maddesi kapsamında kusurluluğu belirlenmeden hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
10.HD.03.05.2005, E.2005/1687-K.2005/4986

ARAÇLARIN İŞ YERİNDEN SAYILMASI – İŞ KAZASININ TESPİTİ
Davacının davalı şirketin işçisi olduğu, şirketin cam sehpalarını pazarladığı, olay günü, davalıya ait Halim’in yönetimindeki kamyonetin Tır kamyonuna arkadan çarpması sonucu yaralandığı anlaşılmaktadır. Olay, 506 sayılı Yasanın 11/A ( a-b-c ) maddelerine göre iş kazası olduğu açık ve belli iken mahkemece davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Öte yandan aynı Yasanın 5/2. maddesine göre araçlar da işyerinden sayılır.
Davacı, 20.9.1997 tarihinde meydana gelen olayın iş kazası olduğunun tespitini istemiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de bu sonuca eksik inceleme ve araştırma sonucu ulaşılmıştır.
Olay günü, pazarlamacılık yapan davacının davalıya ait Halim’in yönetimindeki kamyonetle Adana’dan dönerken Kartal Samandıra çıkışında önde gitmekte olan Tır kamyonuna arkadan çarpmak suretiyle davacının yaralandığı anlaşılmaktadır.
Bu yönüyle davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 11-A maddesidir. Anılan maddeye göre iş kazası, sigortalıyı hemen veya sonradan, bedence ve ruhça arızaya uğratan olaydır. Öte yandan aynı Yasanın 5/2. maddesinde araçlarında işyerinden sayılacağı belirlenmiştir.
Davalı işveren ile dinlenen davalı tanıkları, davacının kendi adına pazarlamacılık yaptığını, kamyonetin işveren tarafından emaneten verildiğini, kaza sonucu davalının 4.000.000 TL. tedavi yardımını insani duygularla yaptığını, işverenin işçisi olmadığını kendi adına çalıştığını, davalı şirketin cam sehpalarını da bu arada pazarladığını ifade etmişlerdir.
Dinlenen davacı tanıkları ise davacının davalı işveren yanında ücret + primle çalıştığını, Halim’in davalıya ait aracın şoförü olduğunu açıklamışlardır.
Davalı şirket müdürü Hamza kazadan 20 gün önce alınan aracı davacıya kullanması için verdiğini, kendi şirketlerine ait faturaları kullanması için izin verdiklerini, davacının aracı Adana’ya götürdüğünü bilmediğini, tedavi yardımını iyilik olsun düşüncesi ile yaptıklarını, davacının kendi şirketlerinin işçisi olmadığını savunmuş ise de, yeni alınan bir kamyonetin bir kaza sonucu araç sahibine terettüp edecek sorumluluğun ne olabileceğini, araç sahibinin düşünmesi ve kamyonetin kullanılmasından da bilgisi olması gerekir. İşverenin davacının Adana’ya gittiğinden haberim yoktu şeklindeki savunması inandırıcı bulunmamaktadır.
Dosyada bulunan müfettiş raporları, dinlenen davacı tanıkları ile davalı şirket müdürünün açıklamalarının değerlendirilmesinden, davacının davalı şirketin işçisi olduğu, şirketin cam sehpalarını pazarladığı, meydana gelen olayın, 506 sayılı Yasanın 11/A ( a-b-c ) maddelerine göre iş kazası olduğu açık ve belli iken mahkemece davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD.27.05.2002, E.2002/3230 – K.2002/4964

KİRALANAN ARAÇTA KAZA – İŞVERENİN SORUMLULUĞU

Bir İşverenin kiraladığı aracın şoförü, o işverenin emir ve talimatı altında sayılmak gerekir.Bu nedenle, kiralanan araçta meydana gelen trafik kaza¬sında malûl kalan işçi, işverenine karşı maddi ve manevî tazminat talebinde bulunabilir. (1475 S.K. Mad. 1, 73)
Davalı işveren işçilerin işyerinden evlerine götürülüp getirilmeleri için, üçüncü bir şahısla taşıma sözleşmesi yapmıştır. Bu sözleşme uyarınca, üçüncü şahıs, kendi araç ve şoförü ile işçileri taşımayı taahhüt etmiştir.
Olay günü işçilerin bu şekilde temin edilen araçla götürülmekte olduk¬ları bir sırada işçileri taşıyan aracın geçirmiş olduğu trafik kazası sonu¬cu taşıtta bulunan davacı yaralanarak sürekli iş göremezliğe maruz kal¬mıştır. Ceza davasında servis aracı şoförü 8/8 oranında kusurlu bulunarak mahkûm olmuştur. Davacı, ceza davasında tesbit edilen kusura dayanarak aracı kiralayan kendi işvereni aleyhine bu tazminat davasını açmıştır.
Olay, işverenin kiraladığı araçta meydana geldiği için bir iş kazasıdır. SSK’ca da iş kazası sayılarak gelir bağlanmıştır. Esasen bu konudaki taraf¬lar arasında bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık zararı doğuran olay ile iş¬verenin fiili arasında sorumluluğu gerektiren bir illiyet bağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ta¬şıma sözleşmesine de dayansa, araç şoförünü, işverenin emir ve talimatı altında saymak gerekir. Taşıma sözleşmesinde de araç ve şoförün işverenin talimatlarına uyacağı yazılıdır. Burada 1475 sayılı İş Kanunun 1. maddesinin son fıkrası hükmünün varlığı söz konusudur. Böyle olunca asıl işveren olan davalının, davacıya karşı anılan yasa hükmü uyarınca sorumlu olması ge¬rekir ve bu durumda yapılacak iş, davalının sorumluluk derecesini tesbit etmekten ibaret olacaktır. Yargıtay İçtihatları bu yöndedir. Mahkemenin ka¬rarında sözünü ettiği Yargıtay kararlarındaki olaylar ve hukuki sebepleri başkadır. Bu olaydaki araç şoförü sözü edilen Yargıtay kararlarında konu edilen olaylardaki «üçüncü kişi- anlamında değildir. Kararlara yanlış an¬lam verilerek davanın reddi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.
9.H.D.18/01/1989, E.1988/10312 – K.1989/139

KİRALANAN SERVİS ARACININ YAPTIĞI KAZA
İŞVERENİN SORUMLULUĞU

506 sayılı Yasa’nın 11/A (e) maddesine göre, sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında meydana gelen olaylar iş kazası olarak nitelendirilirler. Keza 1475 Sayılı Yasanın 1’inci ve 506 Sayılı Yasanın 5.maddesi 2.fıkrasında açıkça belirlendiği üzere, “araçlar” işyeri kapsamında kabul edilmişlerdir. Şu duruma göre servis düzeninin bulunduğu bir işyerinde sigortalıların güvenli bir şekilde işyerine götürülüp getirilmeleri işveren yükümünde olan bir sorumluluktur
Davacı, trafik işkazası sonucu yaralanmadan doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerle davanın husumet yönünden reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
İş kazası sonucu meydana gelen olayda, kazaya neden olay, anlaşmalı servis şoförünün işverenin işçisi olmaması nedeniyle kazalı işçinin tazminat istemi yerinde bulunmamışsa da bu sonuç usul ve yasaya uygun değildir.
Gerçekten, olayın bir iş kazası olduğu ve davacının bu kazada zarara uğradığı yönünde bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, zarara uğrayan işçinin bindiği servis aracının işverene ait olmamasına ve buna bağlı olarak kazaya neden olan sürücü ile işveren arasında hizmet akdi bulunup bulunmadığı ve bunun sonucu, işverene sorumluluk düşüp düşmeyeceği konusuna ilişkindir. 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 11/A (e) maddesinde açıkça gösterildiği üzere, sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında meydana gelen olaylar iş kazası olarak nitelendirilirler. Keza 1475 Sayılı Yasanın 1’inci ve 506 Sayılı Yasanın 5.maddesi 2.fıkrasında açıkça belirlendiği üzere, araçlar işyeri kapsamında kabul edilmişlerdir. Şu duruma göre servis düzeninin bulunduğu bir işyerinde sigortalıların güvenli bir şekilde işyerine götürülüp getirilmeleri işveren yükümünde olan bîr sorumluluktur.
İşverenin bu görevi kendi araç ve işçisiyle yapılabileceği gibi, taşıma sözleşmesine bağlı olarak da yaptırılması mümkündür. İşçi taşıma işinin işveren nam ve hesabına yapılması durumlarında, işçiye karşı sorumluluk doğrudan işverene aittir. Servis işini yüklenenle servisten yararlanan işçiler arasında, doğrudan hukuksal ilişki bulunmamaktadır. Bu nedenle; işverenin, taşıma sırasında doğrudan sorumlu olduğu gözetilmeksizin istemin reddi usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır. O halde, davacının, bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
21.HD.04.04.2000, 1565-2581

TAŞIMA İŞİNİN BAŞKASINA YAPTIRILMASI
İŞVERENİN SORUMLULUĞU

İşveren, işçileri şehire taşıma yükümlülüğü¬nü üzerine almakla, bu yükümlülük iş sözleşmenin şartları arasına girmiştir. Bu nedenle, taşıma işini sözleşme ile başka bir şahsa yaptır¬makta olması ve kazanın da bu sırada vuku bulması, işverenin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Olay, günlük çalışmanın sona ermesinden sonra davalı işletme¬nin her. zaman olduğu gibi sağladığı taşıt aracı ile işçilerini şehire taşır¬ken meydana gelmiş ve davacı işçi yaralanmıştır.Olay, iş kanunun 73.maddesinde yazılı olduğu gibi, iş yerinin gerek¬li güvenlik tedbirlerini almaması suretiyle meydana gelmediği gibi, kaza¬nın iş süresinden sayılan bir zamanda vuku bulmadığı da açıktır. Fakat davalı, her gün günlük işin sonunda, işçileri şehire taşıma yükümlülüğü¬nü üzerine almıştır. Bu yükümlülük iş sözleşmenin şartları arasına girmiştir. Bu itibarla davalının taşıma sırasında meydana gelen kazadan ak¬di bir sorumluluğu bulunduğu kabul edilmek gerekir. Öte yandan dava¬lı işletmenin taşıma yükümlüğünü sözleşme ile başka bir şahsa yaptır¬makta olması ve kazanın da bu sırada vuku bulması yukarıda açıklandı¬ğı gibi davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
O halde tarafların iddia ve savunmaları üzerinde durulmalı ve gerek¬tiğinde bilirkişiye inceleme yaptırılmak suretiyle varılacak sonuç uya¬rınca bir karar verilmelidir.Mahkemenin bu yönler üzerinde durmaksızın davayı red etmesi usule ve yasaya aykırıdır.
9.H.D.28.2.1972, 26184-4136

KİRALANAN KAMYONDA KAZA – İŞVERENİN SORUMLULUĞU

İşverenin kiraladığı kamyonun işçileri götürüp getirirken iş kazası meydana gelmiş olması halinde işveren sorumludur.
Davacının, murisinin iş kazası sonucu ölmesi üzerine uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteğiyle açılan davanın ilâmda yazılı nedenlerle reddine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davacı avukatınca istenilmiştir.
Toplu İş Sözleşmesinin 56’ncı maddesine göre işveren, işçileri işye¬rine götürüp getirmeyi kabul etmiştir. Buna göre, işçileri kendisi götürüp getirmesi gerekirken, başka bir kamyon kiralamıştır. Bu kamyonla işçileri sevkederken iş kazası meydana gelmiştir.
İşverenin temin ettiği kamyonla seyahat eden işçinin mirasçılarının kazadan dolayı tazminat istemeye hakkı vardır. İşveren ile nakliye müteahhidi arasındaki sözleşme, işçinin tazminat hakkına tesir etmez. İşverenin sonradan nakliye müteahhidine rucu et¬mesi mümkündür. Bu yönler nazara alınmadan davanın reddi usule ve yasaya aykırıdır.
9.HD.19.11.1974, E.1973/31437 – K.1974/25570

İŞYERİNE GETİRİLİP GÖTÜRÜLME SIRASINDA KAZA
YOLDA GEÇEN SÜRENİN İŞ SÜRESİNDEN SAYILMASI
İŞVERENİN SORUMLULUĞU

İş süresinden sayılması gerekli yolda geçen süre içinde meydana gelen bir kazanın, iş kazası olarak kabulü gerekir.
Davacı vekili 5/4/1966 tarihli dava dilekçesiyle, DSİ.araştırma Sitesi İçme Suyu işyeri işçilerinden müvekkillerinin murisi olan Zekeriya Sungur’un 24.12.1963 tarihinde işveren tarafından temin edilmiş bulunan bir vasıta ile Ankara’dan hareketle işyerinin bulunduğu Esenboğa’ya giderken vuku gelen bir kaza neticesinde vefat ettiğini beyanla olayın cereyan tarzına göre hadisenin “iş kazası” olarak kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili 28/8/1967 tarihli cevap layihası ile, isçileri Ankara’dan işyerinin bulunduğu Esenboğa’ya getiren vasıtanın işveren tarafından temin edilmiş olmayıp, müteveffa işçinin diğer işçi arkadaşları ile an¬laşarak hususi olarak tuttukları bir vasıta olduğunu, bu itibarla hadisenin iş kazası olarak tavsif olunamayacağını beyanla davanın reddini istemiştir.
Mahkeme sırasında dinlenilen şahitler, müteveffa işçi ile diğer işçilerin, işveren tarafından temin olunan bir minibüsle her sabah Zincirli Caminin önünden alınarak, işyerinin bulunduğu Esenboğa’ya götürüldüklerini ve akşamları da yine aynı surette aynı yere bırakıldıklarını beyan etmişlerdir.
Bu duruma göre, hadise 3008 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesine göre günlük iş müddetlerinden sayılması gereken süre içinde vukua gelmiş olduğundan, gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan 4772 sa¬yılı Kanunun 6917 sayılı Kanunla muaddel 2 nci maddesine göre ve gerekse halen yürürlükte bulunan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 11 inci maddesi gereğince müteveffa işçinin ölümüne sebep olan kazanın bir iş kazası olarak kabulü gerekmektedir.
9.HD.21.02.1967, 3136-3787

YOLDA GEÇEN SÜRENİN İŞ SÜRESİNDEN SAYILMASI

Çalışma süresinden sayılan yolda geçen süre¬de meydana gelen kazanın, iş kazası sayılması ge¬rekir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle işçinin İş Kanunun 40 inci maddesine göre yolda geçen süresinin iş süresinden sayılmasına ve kaza da bu süre içinde vuku bulmuş olmasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itiraz¬larının reddiyle usul ve yaasaya uygun olan hükmün onanması gerekmiştir.
9.HD.09.03.1967, 2348-1867

İŞVERENİN ÖNLEM ALMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

İşçilerin kazaya sebebiyet veren tehlikeli hareketlerini önlemeyen ve bu yolda gerekli tedbiri zamanında almayan işveren, anılan tehlikeli hare¬ketlerin meydana getirdiği iş kazasına ilişkin za¬rardan sorumlu olmalıdır.
Dosyadaki tanık sözlerinden, davalı işletmenin yol işlerinde çalışan işçileri ve bu arada ölen işçi İlyas Sarı, her zaman olduğu gibi olay günü de paydos yapmaya yarım saat kaldığı halde yolun onarımı işinde çalışmakta olan buldozere binmek istemişlerdir. Kaza da bu sırada olmuş, İlyas Sarı buldozerin paletleri altında kalarak ölmüştür.
Ölüme sebebiyet veren buldozer motorlu araçtır; insan taşımaz, yani taşıt aracı değildir. Bu yüzden işçilerin akşam paydosundan sonra evlerine dönerken yaya yürümemek için buldozere binmeleri doğru de¬ğildir. İşverenin, işçilerin bu tehlikeli hareketlerini önlemek için tedbir alması veya isçilere iş dönüşü için uygun taşıt aracı sağlaması gerekirdi.
O halde, bu konuda taraflardan bilgi almak ve gerekirse ikame edecekleri delilleri toplamak ve bundan sonra işverenin olayda kusurlu olup olmadığı yönü, üç kişilik bilirkişi kuruluna inceletmek gerektir.
Mahkemenin bu yönü gözönünde tutmaksızın eksik soruşturmaya dayanarak kusurun tümü ölen işçide olduğu inancına vararak isteği reddetmesi usule ve kanuna aykırıdır.
9.HD.12.07.1968, 4741-10103

İŞVERENİN OTORİTESİ ALTINDA İKEN MEYDANA GELEN KAZA

İşçinin işverenin otoritesi altında bulunduğu bir zamanda meydana gelen her kaza iş kazasıdır.
Davanın konusu, iş kazası sebebiyle meydana gelen zararların ödetilmesi isteğine ilişkindir. Mahkeme, iş kazasının oluşunda taraflara hiç bir kusur yükletilemeyeceğini söyleyen bilirkişi raporundaki görüşü benimseyerek tazminat isteğinin reddine karar vermiştir. Buna karşı davacı taraf, mahkeme kararının kanuni gerektirici sebeplere dayanmadığını ileri sürmüştür.
1- Gerçekten destekten yoksun kalanların miras bırakanı, Karadeniz Ereğlisi Demir Çelik Fabrikası temel kazısını yapan davalı Morison Şirketinde şoför olarak çalışmakta iken 30.8.1963 günü 70 metre derinlikteki bir uçuruma yuvarlanarak ölmüştür. 29.11.1965 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmında “direksiyon kilitlenmesi sonucu vukua gelen bu olayda, vasıtayı kullanan şoför ile davalı müteahhide veya başka bir şahsa yüklenebilecek bir kusur, ihmal ve tedbirsizlik görülmemiştir” sözleri yazılıdır. Yine bilirkişi kurulu anılan raporun üçüncü sahifesinde direksiyon kilitlenmesinin, direksiyon mi¬li helezon dişlisi veya sektör mili dişlisinin kırılması ve kırılan parçanın her iki dişli arasında kalması sonucu vukua geldiğini ve bunun da ender olmakla beraber, teknik bir arıza şümulüne gireceğini belirtmişlerdir. Şu hale göre kamyondaki .teknik arıza ile kaza arasında uygun sebep ve sonuç bağı bulunduğunu kabul bir zorunluluktur. Bilirkişi kurulu Şoförler Cemiyeti Başkanı ile il genel meclis üyesi ve bir de maden mühendisinden oluşmuştur. Bu kurul, olayın oluş sebeplerini tayin konusunda bir fikir sahibi olmakla beraber, iş kazalarında, genel sorumluluk hukuku bakımından kesin bir mütalâa verme yetkisine sahip değildir. O halde, bu meselede, işgüvenliği kurallarına ve tüzük hükümlerine vakıf bir makine mühendisine inceleme yaptırılıp varılacak sonuca göre bir karar verilmek gerekir. Mahkemenin yetersiz bir bilirkişi raporuna dayanarak davayı reddetmiş olması yasaya ve usûle aykırıdır.
2- Mahkemenin de kabul ettiği gibi iş kazasının oluşunda miras bırakana hiç bir kusur yöneltilemeyeceği bilirkişi raporunda belirtilmiştir. Bundan başka kaza, davalı ortaklığa ait işin yapılması sırasında meydana gelmiştir. Yine sigorta hukukunun genel kurallarına göre işçinin işverenin otoritesi altında bulunduğu bir zaman dilimi içinde vukua gelen her kaza iş kazasıdır. Esasen olay, o tarihte yürürlükte olan 4772 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin B bendindeki tarife tamamen uygun bir karakter taşımaktadır. 506 sayılı Kanunun 11 nci maddesinin 6 ncı fıkrası da aynı prensibi muhafaza etmiştir. Anılan Kanunun 37 nci maddesindeki sorumluluk şartlarının gerçekleşmesi, Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından işverene karşı dava açılması haline özgüdür. İş kazasına uğrayan işçinin veya hak sahiplerinin, iş kazalarından dolayı açacakları davaların hukukî sebebi, sigorta kanunları hükümlerince sağlanan haklar ve menfaatler dışındaki zararların ödetilmesi ilkesine dayanır. O halde bu olayda işverenin patrimuvanına risk yükleyen klasik sorumluluk kuralları söz konusu olmak gerekir.
İş Hukuku alanındaki bilimsel içtihatlar ve özellikle risk nazariye¬si sanayinin gelişmesiyle iş kazalarına karşı işçilere garantiler getirme zorunluluğunun belirgin bir ifadesi olarak görünür. Yine meseleyi aynı zamanda sosyal plan üzerinde inceleyen risk nazariyesi, bütün toplumu faydalandıran bir ilerleyiş hamlesine, elleriyle çalışanları feda etme¬nin en ilkel adalet fikrine karşıt olacağı görüşünü savunur. Bütün toplum, sanayi devriminden faydalandığına göre, bu gelişimin mağdurları için kollektif bir garanti sağlamak zorundadır. Keza bu nazariyeden il¬ham alınarak iş kazalarında, klasik sorumluluk kurallarının benimsenmesi yoluna gidilmiş ve işverenin patrimuvanına risk yükleyen içtihat, sigorta hukukunun temel ilkesi olarak vücut bulmuştur. (Örneğin 27.3.1967 günlü ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da bu görüşün bir teza¬hürüdür.) Mahkemece bu hukukî esas gözönünde tutulmaksızın tazminat isteğinin reddi de yasaya uygun bulunmamıştır.
9.HD.13.03.1967, 2341-1970

BANKA TARAFINDAN KİRALANAN ARAÇTA GEÇİRİLEN KAZA
İŞ KAZASI SAYILMASI

İşveren tarafından kiralanan araçla görev dönüşü trafik kazası geçirerek ölen Banka görevlisinin desteğinden yoksun kalan haksahiplerinin açtığı davada, işveren, istihdam eden sıfatıyla sorumludur.
Dava, iş kazası sonucu ölen işçinin haksahiplerinin maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Olay günü Kars Akbank Şubesinde görevli olan davacıların murisi Hasan Hüseyin Kaygısız, Muhasebe Tedbirler Talimatnamesi gereğince piyasadan temin edilen Engin Haskaya’ya ait 36 AH 578 plakalı ticari taksi ile Kars Akbank Şubesinden Erzurum’a mevduat götürüp dönerken Erzurum Karayolunda 36 AD 699 plakalı Özkan Gündüz yönetimindeki minibüs ile 36 AH 578 plakalı aracın çarpışması sonucu ölmüştür.
Olayda minibüs şoförü Özkan Gündüz’ün 5/8, taksi şoförü Engin Haskaya’nın 3/8 oranında kusurlu oldukları uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, davalı Banka’nın istihdam eden sıfatıyla sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten 27.03.1957 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere, BK.’nun 55.maddesi uyarınca istihdam edenin sorumluluğu için kendisinin veya çalıştırdığı kişinin kusuru koşul değildir. Buradaki sorumluluk “özen ve gözetim ödevinin” objektif olarak yerine getirilmemesinden kaynaklanan kusura dayanmayan bir sorumluluktur. Ne var ki, istihdam edenin sorumluluğu için, istihdam edenler istihdam olunan arasında çalıştırma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması, zararın hizmetin ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması, eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
Somut olayda, zarar davalı Bankada bulunan mevduatın nakli sırasında hizmetle ilgili olrak çalıştırdığı Engin Haskaya’nın kusurlu davranışı sonucu meydana gelmiştir. Eylemle zarar arasında uygun nedensellik bağı kesilmemiştir. İstihdam eden sıfatıyla davalının sorumlu tutulması gerekir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD. 09.02.1999, E.1998/9039 – K.1999/486

İŞVERENİN YARDIMCI KİŞİLERDEN SORUMLULUĞU
KİRALANAN SERVİS ARACININ KAZA YAPMASI

Davalı Bankanın, personel taşıma sözleşmesi yaptığı araçta meydana gelen kazadan dolayı, Borçlar Kanunu 100.maddesine göre işveren Banka sorumludur.
Dava, davalı bankanın personeli olan davacıların murisinin davalı banka tarafından temin edilen araçla iş yerine gitmekte iken meydana gelen trafik kazasında ölümü nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davalı Banka vekili, diğer davalı ile aralarında taşıma sözleşmesi bulunduğunu, kazanın şoför hatası sonucu oluştuğunu, yapılan sözleşmeye göre kazanın bütün hukuki ve cezai sorumluluğunun diğer davalı taşıyıcıya ait olduğunu, istihdam eden olmadıklarını, husumetleri bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı A. Turizm A.Ş. vekili, kaza sırasında şoförlerinin frenlerin tutmadığını anladığında yolculara arkalara kaçmalarını söylediğini, murisin bu ikaza uymayarak zararın çoğalmasına sebep olduğunu, bu nedenle tazminatta indirim yapılması gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacılar murisinin kaza yapan servis aracında yolcu olduğu, müterafik kusuru bulunmadığı, davalılar arasında düzenlenen taşıma sözleşmesine göre tüm hukuki sorumluluğun davalı şirkete ait olduğu, destekten yoksun kalınan miktarın bilirkişi tarafından hesaplanmış olduğu, çekilen acının yoğunluğuna göre manevi tazminat taktiri gerektiği sonucuna varılarak davalı banka hakkındaki davanın reddine, maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile davalı şirketten tahsiline karar verilmiştir. Kararı davacılar vekili ile davalı şirket vekili temyiz etmiştir.
B.K. 100.maddesinde ise muavin şahısların mesuliyeti düzenlenmiş olup, bir borcun ifasını ya da bir borç ilişkisinden doğan hakkın kullanılmasını bir yardımcı kişiye bırakan kimse, yardımcı kişinin görevi çerçevesinde diğer tarafa zarar vermesinden bu maddeye göre sorumlu tutulmuş olup, bu borç ilişkisinin mutlaka bir akitten doğmuş olması gerekmemektedir. Somut olay incelendiğinde, davacılar murisinin davalı banka personeli olup, davalı banka tarafından temin edilen araçla iş yerine gitmekte iken servis aracının frenlerinin patlaması ile meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybettiği tartışmasızdır.
Mahkemece, eksik incelemeye ve yeterli gerekçeye dayanmaksızın davalı bankanın sorumsuzluğunun kabulü ile hakkındaki davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
11.HD. 19.06.2000, E. 2000/4672-K. 2000/5679

İŞVERENİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ – İŞ GÜVENLİĞİ
KUSURSUZ SORUMLULUK – TEHLİKE SORUMLULUĞU

Kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike sorumluluğu ilkesince, işve¬ren, her türlü özen görevini yerine getirmiş olması durumunda dahi, oluşan zararlı sonuçtan sorumludur.
Davacı, trafik iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazmi¬natın ödetilmesı davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerle reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacı vekilince iste¬nilmesi (…) üzerine (…) işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Uğradığı bir iş kazası sonucu, beden gücünden %100 oranında yoksun olan davacının açmış olduğu maddi tazminat istemi, zararlandırıcı olayın oluşumunda tarafların kusursuz bulunmaları ve olaya, yolda bulunan bir çukurun etken olma¬sı nedeniyle yerinde bıılunmamışsa da bu sonuç usul ve yasaya uygun bulunma¬maktadır.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşıldığı üzere dava konusu olay mühendis olarak işveren nezdinde görev yapan davacının, kendisine tahsis edilen sevk ve idaresindeki araçla, iş sahasından, sosyal tesise geldiği sırada ve tali yolda seyre¬derken meydana gelmiş, aracın çukura girmesine bağlı olarak araç yoldan çıkmış ve araçtan fırlayan davacı yaralanmıştır. Mahkemece kabul edilen son kusur bi¬lirkişi raporunda; olayda taraflara kusur verilmemiş, zararlandırıcı olay, yol şart¬larına bağlanmıştır. Mahkeme, bu gibi durumlarda; illiyet bağının kesilmesi ne¬deniyle işverenin sorumluluğuna gidilemeyeceğini belirlemişse de, bu sonuç ye¬rinde değildir.
Gerçekten Yargıtay uygulamasında ve başlangıçta: iş kazalarıyla ilgili tazmi¬nat davaları kusura dayalı olarak çözümlenmekteydi. İş Kanununun 73. madde¬sinde bu alanda, gerekli ilkeler kabul edilmiş ve işveren çalıştırdığı işçilerinin sağlık ve iş güvenliklerini koruma yönünde, gereken tedbirleri alma ve araçları temin etmekle yükümlü tutulmuştur. Ne var ki, sosyal ve teknik alandaki deği¬şim ve gelişmeler, işyerlerinde tehlike boyutlarını artırmış ve salt kusura dayalı kuralların bu alanda yeterli olmadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır. İşveren kendi alanında her türlü tedbirleri almış olsa dahi; işyeri koşullarından kimi tehlikeli du¬rumlar, zararlandırıcı sonuçlar meydana gelmektedir. Kusura dayanan sorumlu¬luk ilkesi, toplum ihtiyaçlarını cevap vermemiş, adaletsiz durumlar ortaya çıkar¬mıştır. İşte bu nedenle; kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike sorumluluğu kavramı kabul edilmiş, işverenin her türlü özen görevini yerine getirmiş olması durumunda dahi, meydana gelen zararlı sonuçtan sorumlu tutulması gerektiği ka¬bul edilmiştir. Bu anlamda tehlike sorumluluğu mutlak bir sorumluluk olarak ni¬telendirilebilir. Ancak, belirtmek gerekir ki, tehlike sorumluluğu bir “sonuç” so¬rumluluğu da değildir. Zarar, işyeri koşullarından veya işletmeye özgü tehlikeden doğmamış ve araya giren başka bir nedenden meydana gelmişse, bu durumda iş¬veren zarardan sorumlu tutulmamalıdır. Başka bir anlatımla, işyeri koşullarından doğan tehlike ile zarar arasında uygun illiyet bağı (uygun neden-sonuc bağı) yoksa, işverenin sorumluluğu da yoktur. İlliyet bağının kesilmesi; genelde üç durum¬da sözkonusu olabilir: Mücbir sebep, üçüncü kişinin veya zarara uğrayanın ağır kusurları, illiyet bağını kesen nedenlerdir. Dava konusu olayda ise, illiyet bağını kesen durum söz konusu bulunmamaktadır. Mahkemece aksinin kabulü ve tehli¬ke (risk) nazariyesinin kabul edilmemesi ve bu arada 27.03.1975 günlü 1/3 sa¬ydı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurul Kararındaki görüşe yer ve¬rilmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD.01.02.2000, E.1999/9269 – K.2000/496

BİLGİSAYAR TEKNİSYENİNİN GÖREVİ
ULAŞIMIN KİMİN TARAFINDAN SAĞLANACAĞI
İŞVERENİN SORUMLULUĞU

Davacılar murisinin bilgisayar teknisyeni olduğu dikkate alınarak şoförlük mesleğindeki bilgi ve deneyimi öncelikle belirlenmek ve işverenle yapılan iş akdinde teknisyenlik yanında görev nedeniyle dış vilayetlere gönderilme durumunda ulaşımın kim tarafından ve nasıl sağlanacağının ortaya konması ve sorumluluğun ancak bu maddi olguların belirlenmesinden sonra saptanması gerekir.
Zararlandırıcı olay bilgisayar teknisyeni olan davacılar murisinin bir trafık kazası sonucu ölümüyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazminine ilişkindir. Davacılar murisinin ölümüne, olay günü kullandığı aracın, trafık kurallarına uymaması sonucu ters yönden gelen kamyona çarpması neden olmuş ve bunun sonucu hayatını kaybetmiştir. Olay sonrası düzenlenen trafık raporunda kazanın neden ve durumu hakkında rapor düzenlenmiş ve daha sonra Ceza Mahkemesi’nde olayın davacılar murisinin tedbirsizlik ve acemiliğinin neden olduğu dikkate alınarak kusurun tamamı davacılar murisinde kabul edilerek kamyon şoförü hakkında beraat kararı verilmiştir.
Ceza davasında alınan kusur raporu hukuk hakimini bağlamaz ise de mahkemenin benimsediği maddi olgular hukuk hakimini bağlar. Bu davada alınan kusur raporu ise, kusur paylaşımı yönünden tarafların durumu trafık kuralları, işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümleri göz önünde tutulmak ve ayrıca 1475 sayılı İş Yasası’nın 73. maddesi de dikkate alınmak suretiyle düzenlenmemiştir.
Özellikle davacılar murisinin bilgisayar teknisyeni olduğu dikkate alınarak şoförlük mesleğindeki bilgi ve deneyimi öncelikle belirlemek ve işverenle yapılan iş akdinde teknisyenlik yanında görev nedeniyle dış vilayetlere gönderilme durumunda ulaşımın kim tarafından ve nasıl sağlanacağının ortaya konması ve sorumluluğun ancak bu maddi olguların belirlenmesinden sonra saptanması gerekirdi. Şu duruma göre yetersiz ve çelişkili rapora dayalı olarak hüküm kurulması usûl ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
21.HD.10.03.1998, E.1998/249 – K.1998/1663

TOPLU VE BİREYSEL TAŞIMA

İşverence sağlanan özel araçla işyerine getirilip götürülen kişinin silâhlı saldırı sonucu öldürülmesi olayı bir iş kazası olup, bu konuda toplu ve bireysel taşımalar arasında bir ayırım gözetilmez ve işverence sağlanan güvence her iki tür taşımayı da kapsar. (506/m.11/A-e)
Davacı, müteveffa eşi M.Çetin Emeç’in silahlı saldırı sonucu öldürülmesinin işkazası niteliğinde olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle sigortalının, işyerinin hem yazarı, hem de genel koordinatörü olmasına ve tanık beyanıyla anlaşılan çalışma düzenine göre, belli mesai saatlerine bağlı olmayıp, işine erken başlayıp geç saatlere kadar çalıştığı, işin ve görevin niteliği itibariyle kendisine topluca işyerine getirip götürme kuralı uygulanamayacağından, işverence özel bir araç tahsis edilmesine ve bu araçla, evinden işyerine gidip gelmesine ve olay günü de evinden çıkıp işyeri Hürriyet Gazetesi’ne gitmek üzere bu araca binip hareket etmek üzere iken teröristlerin silahlı saldırısı sonucu şoförüyle birlikte ölmesine, 506 sayılı Kanunun 11/A-e maddesindeki amacın; sigortalı, işverenin aracıyla işe getirilip götürülürken uğradığı olayları işkazası saymak olmasına, yasa koyucunun işverenin aracıyla işe getirilip götürülenlere güvence sağlamayı düşünmesine, bu konuda toplu ve münferit taşımalar arasında bir ayırım gözetilemeyeceğine ve böyle bir ayırımın yasakoyucunun amacı ve sosyal güvenlik ilkelerine ters düşeceğine, toplu taşımaya güvence sağlanırken, münferit taşımaları dışlamanın lojik olmayacağı gibi, çoğun içinde azın da bulunacağı kuralıyla da bağdaşmayacağına ve bu düşüncelerle, toplu sözcüğünün, münferit taşımaları da kapsadığının kabulü gerekmesine göre sonucu itibariyle doğru olan hükmün ONANMASINA oybirliğiyle karar verildi.
10.HD.19.06.1992, E.1991/15658 – K.1992/6893

BOZULAN ARACI ONARDIĞI SIRADA ŞOFÖRÜN KAZA GEÇİRMESİ

Otobüs şoförünün, aracın motorundan ses gelmesi üzerine bakmak için indiği sırada geçirdiği kaza, yürütülmekte olan iş sırasında meydana geldiğinden bir iş kazasıdır. (506/m.11,29,90)
Davaya konu somut olayda, sigortalı Cemil G. davalılardan İ.AŞ.ne ait otobüste şöför olarak çalışırken, durakta, geçici olarak aracından inmesinden sonra, diğer davalıya ait aracın çarpması sonucunda yaralanmıştır. Sigorta Müfettişi raporunda, sigortalı için işyerinin “aracın içi” olacağı yaklaşımıyla kazanın, iş kazası olarak değerlendirilemeyeceği; kazayı, “trafik-iş kazası” olarak Kuruma bildiren işveren davalı İ.AŞ.nin, bu hatalı beyanı nedeniyle, 506 sayılı Yasanın 29 ve 90. Maddeleri ile yapılmış tedavi gideri ve ödenmiş, geçici iş göremezlik ödeneğinden, olaya neden olan diğer davalı ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacağı iddia edilmiş, Mahkemece de bu yönde hüküm kurulmuştur.
Sigorta müfettiş raporunda sigortalının “otobüsün motorundan ses gelmesi nedeniyle araçtan inip motoruna bakmaya giderken kazanın olduğu” yönünde ve aksi Kurum tarafından da kanıtlanmayan beyanları dikkate alındığında olay, tanımlanan niteliği ile anılan Yasanın 11. Maddesi uyarınca, “yürütülmekte olan iş dolayısıyla” meydana gelmiş olup, iş kazası olarak kabulünde yasal zorunluluk bulunmaktadır. Belirtilen nedenle de, işveren davalı İ.AŞ.nin anılan maddeler uyarınca sorumluluğu yönüne gidilemez.
Kusurlu hareketiyle kazaya neden olan diğer davalının sorumluluğunun yasal dayanağı, anılan Yasanın 39. Maddesidir. Haklarındaki davanın farklı hukuksal dayanakları bulunması karşısında, davalılar hakkında dayanışmalı sorumluluk hükümleri ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
10.HD.09.06.2003, E. 2003/4418 – K. 2003/4772

İŞVERENİN TEKNİK ARIZADAN SORUMLULUĞU
BOZULAN KAMYONU ONARDIĞI SIRADA KAZA GEÇİREN İŞÇİ

Arızalanan kamyonu onardığı sırada, kimliği belirsiz aracın çarpması sonucu ölen şoförün hahsahiplerinin açtığı davada, işverenin aracın periyodik bakımını yaptırıp yaptırmadığı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü uyarınca her türlü önlemleri alıp almadığı araştırılmalıdır.
Özet : işverene ait kamyonda şoför olarak çalışan ölen işçi, kamyonun arıza yapması üzerine tamir için yolun sağında durup, arızayı gidermeye çalışırken, plakası tesbit edilmeyen bir aracın çarpması sonucu ölmüş olup, işverenin kusursuz olduğu gerekçesiyle davanın reddedilmesi doğru olmamıştır.
Mahkemece yapılması gereken, arızalanan kamyonun modeli de nazara alınarak işverence periyodik muayene ve bakımlarının yapılıp yapılmadığı; İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü hükümleri çerçevesinde iş yerinin niteliğine göre iş yerinde uygulanması gerekli olan önlemlerin alınıp alınmadığı, hangi önlemlere işçinin uyup uymadığı yönlerinden ayrıntılı araştırma yaptırmak ve sonucuna göre bir karar vermektir.
Dava, davacıların miras bırakanının iş kazası sonucu ölmesi nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Dava konusu olayda, işverene ait kamyonda şoför olarak çalışan ölen işçi, malzeme götürdüğü Eskişehir’den dönerken kamyonun arıza yapması üzerine tamir için yolun sağında durup, arızayı gidermeye çalışırken, plakası tesbit edilmeyen bir aracın çarpması sonucu vefat eder. Mahkemece, yetersiz kusur bilirkişi raporu nazara alınarak, işverenin kusursuz olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Gerçekten,dosyada mevcut, gerek Trafik kaza raporunda, C.Savcılığı tahkikatı ve gerekse hükme dayanak alınan kusur raporunda ölen işçinin, işverene ait kamyonun arıza yapması nedeniyle tamir için çalışırken kazanın olduğu açıkça saptanmış ve kabul edilmiştir.
Bu maddi olgu nazara alındığında, kusur bilirkişi raporunda; bilirkişiler, iş Kanunu 73.maddesinin öngördüğü koşulları gözönünde tutarak ve özellikle iş yerinin niteliğine göre, iş yerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle iş yerinde uygulanması gerekli olan tedbirleri alıp almadığı, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemlere işçinin uyup uymadığı, arızalanan kamyonun modeli de nazara alınarak işverence, peryodik muayene ve bakımlarının yapılıp yapılmadığı ayrıntılı bir şekilde incelenmek suretiyle kusurun aidiyet ve oranını hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde saptamadıkları anlaşılmaktadır.
Mahkemece yapılacak iş; işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden yukarda açıklandığı biçimde inceletmek gerekirse kamyonda olmuş veya olabilecek arızaları tesbit açısından tanık bilgisine başvurmak tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirilerek sonuca göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
21.HD.10.05.2001, 3511-3658

İŞVERENİN TEKNİK ARIZADAN SORUMLULUĞU
TRAFİK-İŞ KAZASI – ZAMANAŞIMI SÜRESİ
Trafik-İş kazası sonucu ölen işçinin, olay günü yönetimindeki araçla göreve giderken kaza yapması durumunda, işveren, eski ve bakımsız araç ile kazalıyı göreve göndermesi nedeniyle kusurludur.
Zararlandıncı olaya maruz kalan işçinin, olay günü sevk ye_idaresindeki işverene ait_56 AP 638 plakalı araçla göreve giderken ıslak_ve_kaygan yolda iniş sırasında frenlerinin tutmaması sonucu direksiyon hâki¬miyetini yitirerek kullandığı aracın şarampolün kenarındaki toprak sete çarparak yan yatması ile meydana gelen trafik iş_kazası_ sonucu.öldüğü dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Yerel mahkemenin hükmüne esas aldığı kusur bilirkişi raporunda da dosya içeriğine uygun şekilde olayın teknik arızadan kaynaklandığı sonucuna vanlmış, ne var ki kusur dağılımına gidilirken, işverenin teknik arızadan dolayı kusurunun bulunmadığı, ancak 2918 sayılı yasanın 85. ve Borçlar Kanunu’nun 55.maddeleri gereğince işverenin.sorumlu olacağı_sonucuna varılmıştır. Anılan yasal düzenlemeler nedeniyle araç maliki, işleten ve istihdam eden olarak davalının sorumlu olacağı doğrudur. Ne var ki davalının kusura dayanan sorumluluğunun bulunmadığının kabulü isabetli olmamıştır.
İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işveren, işyerinde işçilerin sağ¬lığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu hususta¬ki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü oldu¬ğu İş Kanunu’nun 77. maddesinin açık buyruğudur.
Somut olayda kazaya karışan araç 1982 model olup olay tarihinde 15 yaşındadır. Öte yandan aracın periyodik bakım ve kontrollerinin yapıldı¬ğına dair davalı tarafça_herhangi bir belge sunulmamıştır. Bu duruma göre düzenli bakımı yapılmadığı anlaşılan 15 yıllık araçla işçisini göreve gönderen işverenin İş Kanunu’nun kendisine yüklediği yükürnlülüklerin tamamını yerine getirdiğinden söz edilemeyeceği açıktır.
İş Kanununun 77.maddesinin öngördüğü koşullar göz önünde tutu¬larak işyerinde alınması gerekli önlemlerin alınması ve aracın bakımları¬nın düzenli yapılması, ekonomik ömrü dolan araçların yenilenmesi duru¬munda olayın meydana gelmeyeceği ortadadır. Hal böyle olunca, kusur raporunun, İş Kanunu’nun 77.maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği, giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğu söylenemez.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle inandırıcı güç ve nitelikte olmayan 77.maddenin öngördüğü koşulları içermeyen kusur raporunun hükme dayanak alınması isabetsiz olmuştur.
(…)
Mahkemece yukarda açıklanan maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, tarafların bu yönleri akaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
21.HD.07.02.2006, E.2005/13299 – K.2006/810

TEKNİK ARIZADAN İŞVEREN VE İŞLETENİN SORUMLULUĞU

Fren patlaması sonucu şoför muavininin ölümünden araç sahibi, işleten ve işveren olarak sorumludur.
Araç sahiplerinin sorumluluğu kusursuz sorumluluk olup fren patlaması mücbir sebep değildir ve araç sahiplerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Davalıların araç sahibi (işleten-işveren) olarak teknik arızadan da sorumlu oldukları kabul olunmalıdır.
Davacılar, murisleri (N.K.)’un davalılara ait kamyonda şoför muavini olarak çalışmakta iken meydana gelen kazada öldüğünü, davalıların % 100 kusurlu olduklarını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Ceza dosyası içinde bulunan 2.11.1981 günlü raporda ise. trafik olayının fren patlamasından meydana geldiği bu nedenle sanık şoförün kusuru bulunmadığı, tamamen teknik arızanın kazaya neden olduğu bildirilmiştir. Mahkemece, davacılar davalıların kusuruna dayanarak talepte bulunduklarından, oysa davalıların kusurunun bulunmadığı anlaşıldığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar dava dilekçesinde davalıların tamamen kusurlu olduklarını ileri sürmüşlerdir. Davalı (Ö.Y.) ile diğer davalıların miras bırakanı (Ş.K.)’nin kamyon sahibi ve işveren oldukları da dava dilekçesinde açıklanmıştır. Olay sırasında (Ö.Y.) ve (Ş.K.) kamyonun malikidir. Bu yön taraflar arasında ihtilafsızdır. Davacılar. 18.11.19081 günlü cevaba cevap dilekçesinde davalıların kusursuz sorumluluk prensibine göre de sorumlu olduklarını açıklamışlar, davalılar ise bir itirazda bulunmamışlardır. Gerçekten araç sahiplerinin sorumluluğu kusursuz sorumluluk olup fren patlaması mücbir sebep değildir ve araç sahiplerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. ‘Davalıların araç sahibi olup teknik arızadan da sorumlu oldukları nazara alınmadan yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
4.HD.30.05.1983, E.1983/3705 – K.1983/5700

TEKNİK ARIZADAN İŞVERENİN SORUMLU OLMASI
TAZMİNATTAN İNDİRİM YAPILAMAYACAĞI

Teknik arızadan işveren sorumlu olup, kazanın oluşunda davacının kusuru bulunmamasına göre,tazminattan indirim yapılması doğru değildir.
Zararlandırıcı sigorta olayı, aracın lâstiklerinin patlaması sonucu oluştuğu ve bu durumun teknik arıza olarak bilirkişilerce değerlendirildiği, hükme dayanak alınan kusur raporu içeriğinden anlaşılmaktadır. Öte yandan teknik arızadan, 2918 sayılı Yasa’nın 85.maddesi gereğince, işletenin sorumlu olduğu ortadadır. Olayın oluş şekline göre, davacının olayda kusurunun olmadığı da göztilmeden hesaplanan tazminattan %20 oranında indirim yapılması da isabetsizdir. Bundan başka, davacı 01.01.1997 tarihinde emekli olduğuna göre, emekli olduğu tarihten 60 yaşına kadar geçecek süresin asgari ücret üzerinden hesabı yapılması gerektiği Dairemizin yerleşmiş görüşlerindendir.
Yapılacak iş, zararlandırıcı sigorta olayında, davacının kusurunun bulunmadığı gözetilerek ve özellikle teknik arızadan da olayın oluş şekline göre işverenin kusurlu bulunduğu gözönüne alınarak ve davacının emekli olduğu tarihteki yaşı da dikkate alınarak 60 yaşa kadar olan aktif dönemin asgari ücret üzerinden hesaplamak ve sonucna göre karar vermekten ibarettir.
21.HD.03.02.2000, E.2000/713 – K.2000/639

SERVİS ARACINDAN UYGUN OLMAYAN YERDE İNDİRİLEN İŞÇİ
BAŞKA BİR ARACIN ÇARPMASI SONUCU İŞÇİNİN ÖLÜMÜ

Servis aracı ile işyerine giderken, davalı araç şoförünün uygun olmayan bir yerde indirmesi sonucu, işçinin davalıya ait şantiyeye gitmek üzere yolun sağından soluna geçerken üçüncü bir şahıs aracının çarpması sonucu ölümü bir trafik-iş kazasıdır.
İşe giderken geçirilen süre, hizmet süresinden sayılacağından ve dava konusu olay işe giderken gerçekleşmiş olduğundan kaza trafik-iş kazasıdır.
Mahkemece, kazanın oluşunda servis araç sürücüsünün kusuru bulunmadığından, ayrıca kazanın servis aracı dışında meydana gelmiş olması nedeniyle bir iş kazasından söz edilemeyeği görüşüyle davanın reddine karar verilmiş ise de, bu sonuç usul ve yasaya aykırıdır.
Yapılan incelemede, dinlenilen tanık beyanlarından davacılar murisinin servis aracıyla işe giderken servis aracının işçiyi işyerinin içine kadar götürmeyip Erzurum-Ilıca karayolunun üzerinde bırakıp buradan 5-6 dakikalık yürüme yolu ile davalıya ait Şantiye’ye ulaştığı olay gününden önce de işe gidişlerin bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Olay günü ise, işçinin servis aracından Erzurum-Ilıca yolu üzerinde bırakıldığı, işçinin davalıya ait şantiyeye gitmek üzere yolun sağından soluna geçerken yoldan geçen 3. şahsa ait bir aracın çarpması sonucu öldüğü anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, işe giderken geçirilen süre 506 sayılı Yasa’nın 11. maddesi (e) fıkrası gereğince hizmet süresinden sayılacağından ve dava konusu olay işe giderken gerçekleşmiş olduğundan kazanın trafik-iş kazası olduğu ortadadır.
Hükme dayanak alınan bilirkişi raporunda; bilirkişiler İş Kanununun 73. maddesinin öngördüğü koşulları gözönünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve işgüvenliği tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiç bir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, kusur raporunun, İş Kanununun 73. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğu söylenemez.
Yapılacak iş öncelikle iş kazasıyla ilgili SSK müfettiş raporu ile ekleri getirtilerek işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden yukarıda açıklandığı biçimde inceletmek verilen rapor ve dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilerek sonuca göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
21.HD.01.05.2003, E. 2003/4144-K. 2003/4122

DURAKTA SERVİS ARACINI BEKLERKEN
TRAFİK KAZASI GEÇİREN İŞÇİ – İŞ KAZASI SAYILMASI

Sigortalı, servis aracına binmek üzere, işveren tarafından belirlenen yerde beklerken, üçüncü şahsa ait aracın çarpması sonucu yaralanmış olup, bu olayın iş kazası sayılması gerekir. (506/m.11/A-e)
Davacılar, murisleri meydana gelen kazanın bir iş kazası olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin reddine karar vermiştir.
Dava, zararlandırıcı sigorta olayının işkazası sayılması gerektiğinin saptanması istemine ilişkindir. Zararlandırıcı sigorta olayının, sigortalının işveren tarafından belirlenen yerde, servis aracını beklerken oluştuğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, sigortalının işe gitmek için işveren tarafından belirlenen durakta servis aracını beklerken, üçüncü şahsa ait aracın çarpması sonucu oluşan zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Sosyal Sigortalar Kanununun bu davanın yasal dayanağını oluşturan 11-A/e maddesine göre, sigortalıların işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmesi sırasında, bedence ve ruhça arızaya uğratan olay işkazasıdır. Somut olayda sigortalı, servis aracına binmek üzere işveren tarafından belirlenen yerde beklediği sırada, ruhca arızaya maruz kaldığı açıktır. Hal böyle olunca ve özellikle zararlandırıcı sigorta olayının, yukarıda sözü geçen maddenin (e) bendinde vurgulandığı üzere sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülmesi sırasında, başka bir anlatımla, servis aracına binmek üzere işveren tarafından belirlenen yerde beklediği sırada oluştuğuna göre, sigorta olayının iş kazası sayılması gerektiği hukuksal gerçeği ortadadır. Zira, (e) bendinde; “götürülmesi sırasında” sözcüklerinin sigortalıların işveren tarafından belirlenen yerde servis aracına binmek üzere toplu olarak bulundukları hazırlık dönemini de kapsadığı söz götürmez. Öte yandan, “götürme sırasında” sözcüklerinin salt-servis aracında geçen süreyi değil, servis aracına binmeden önceki süreyi de kapsadığı biçiminde yorumlamak, sosyal güvenlik hukukunun ilkelerine de uygun düşeceği tartışmasızdır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
21.HD. 14.05.1996, E. 1996/2674 – K. 1996/2738

GÖREV DÖNÜŞÜ KAZA GEÇİREN İŞÇİ
Kazalının aynı dönemde isteğe bağlı sigortalı olması, zorunlu sigortalılığa engel değildir. Bu nedenle, video çekimlerinden dönerken yani görev dönüşü kaza geçirilmiş olması, işveren ile kazalı arasında hizmet akdinin varlığının kanıtıdır.
Davacılar vekili, davacıların oğlunun fotoğraf stüdyosu ve video çekimi yapan davalı işyerinde hizmet akdi ile 1.4.1990 tarihinde çalışmaya başladığını 19.1.1995 tarihinde düğün salonunda çekim yapıp dönerken trafik kazası geçirmesi nedeni ile maddi manevi tazminat istemiştir.
Mahkemece, olayın iş kazası olmaması nedeni ile Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmişse de bu sonuca noksan inceleme ve araştırma ile varıldığından, karar usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Zira, bu tür olaylarda, ilişkinin hizmet akdi olup olmadığı kesin ve açık olarak ortaya konmalıdır. Bu nedenle öncelikle iş yerinin bulunduğu şehir ve semt video çekim stüdyolarında, düğün, nişan, özel günlerde çekime gönderilen elemanların iş yerinde çalıştırılan kişilerce mi, yoksa videonun kiralanması şeklinde mi çalışıldığı örf ve adetin ne olduğu saptanmalıdır.
Dosyadaki mevcut tanık ifadelerinden işveren ile kazalı arasında hizmet akdinin olduğu ve video çekimlerinden dönerken yani görev dönüşü kazanın olduğu ağırlık kazanmaktadır. Öte yandan kazalının aynı dönemde isteğe bağlı sigortalı olması zorunlu sigortalı olmasına engel değildir. Bilindiği üzere, zorunlu sigortalılık tesbit edilen yerde öncelik, zorunlu sigortalılığa verilmelidir. Sosyal Güvenlik sisteminde iradi sistem değil gerçek durumun saptanması önemlidir. (818/m.41,47 , 1475/m.1)
Mahkemece, yukarıda belirtilen araştırma ve değerlendirmeler ile sonuca gitmek gerekirken noksan araştırma ve değerlendirme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
21.HD.02.04.2002, E.2002/1275-K.2002/2713

YURT DIŞINDA GEÇİCİ İŞÇİ OLARAK ÇALIŞAN KİŞİ
TRAFİK-İŞ KAZASI

Yurtdışında “geçici işçi” olarak çalışan kişinin geçirdiği trafik-iş kazasından, Sosyal Güvenlik Kurumu sorumlu değilse de, işveren sorumludur.
Davacı, geçirdiği kazanın iş kazası olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacılar murisinin STFA Afenco Jv Konsorsiyumunun Libya’da çalışan işçisi iken sözü edilen şirkete ait araçla; yurda dönmek üzere Tunus Hava Alanına giderken yolda geçirdiği bir trafik kazası sonucu öldüğü ve bu olayın 506 sayılı Yasanın 11. maddesi yönünden ve Sosyal Sigortalar Kurumu açısından bir iş kazası olduğunun tesbitine karar verilmişse de bu sonuca eksik inceleme ile ulaşılmıştır.
Gerçekten, dosyadaki belge ve yazışmalardan davacılar murisinin sözü geçen Konsorsiyumun daimi olmayan işçisi statüsünde çalıştığı görülmektedir.
Yurt dışındaki ülkelerde çalışan Türk işçileri yönünden Türk Sisteminin uygulanması için, öncelikle çalışılan ülke ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yöntemince yürürlüğe sokulan bir andlaşmanm varlığı gerekir. T.C. ile Libya Devleti arasında 1985 yılından beri yürürlükte bulunan Sosyal Güvenlik Sözleşmesine göre, Libya’da çalışan Türk uyruklular hakkında sosyal güvenliklerinin nasıl sağlanacağı açıkça kurallara bağlanmıştır. Sözleşmenin 1.maddesinde; akit taraflardan birinin vatandaşı olup, işveren tarafından, diğer akit taraf ülkelerinde proje uygulaması için gönderilen ve anılan işverenlerden ücret alan kimse, “daimi işçi”; akit ülkelerden birinin vatandaşı olup, çalışılan ülkenin Sosyal güvenlik mevzuatına tabi olan kimse ise “daimi “‘mayan işçi” olarak kabul edilmişlerdir.
Öte yandan, sözü edilen sözleşmenin 5.maddesi; akit taraflardan birindeki kuruluş veya şirketlerde çalışan devamlı olmayan işçilerin Sosyal Sigortaya tabi olup, .bunların, Sosyal Sigorta primlerinin, yaşlılık primleri dahil tümünün işin yapıldığı ülkenin mevzuatı gereğince kesileceğini ve bu işçilerin, işin yapıldığı ülkedeki, mevzuatın tanıdığı bütün sigorta haklarından yararlanacağını öngörmüştür.
Davacılar murisinin ise, dosyadaki belge Ve özellikle, Sosyal Sigortalar Müfettişinin hazırladığı rapor ve eklerinde, görüldüğü üzere “daimi olmayan işçi”statüsünde çalışan Konsorsiyum işçisi olduğu anlaşılmaktadır, işveren tarafından temin edilen araçla, Uçağa götürülürken bir iş kazası geçirdiğine göre bu kazanın 506 sayılı yasa açısından iş kazası olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Mahkeme bu yönler üzerinde durmamış ve hukuksal nedenler gösterilmeksizin 506 sayılı Yasa hükümlerinin olayda uygulanacağını kabuletmiştir.
Yasa hükmünde bulunan Uluslararası bir sözleşmenin gözardı edilmesi ve 06 sayılı Yasanın; hangi nedenle olayda uygulanacağının belirlenmemesi hukuksal kabul edilemez. Ne var ki bu yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hüküm bozulmamalı; olayın 506 sayılı yasa açısından Sosyal Sigortalar Kurumunu yükümlülük altına sokacak bir iş kazası olmayıp,salt işveren yönünden iş kazası olduğunun tesbitine denilmek suretiyle ve düzeltilmiş biçimiyle onanması gerekmektedir.
21.HD. 04.12.2000, E. 2000/8407 – K.2000/8747

SÜRÜCÜNÜN KUSURUNDAN İŞVERENİN SORUMLULUĞU
ŞOFÖR MUAVİNİNİN ÖLÜMÜNDEN SORUMLULUK

İşverenin aracını kullanan kişinin yaptığı kaza sonucu araçta görevli olarak bulunan “şoför muavininin” ölümünden, araç işleteni asıl işveren ile birlikte alt işveren ortaklaşa ve zincirleme sorumludurlar.
Davacıların murisi, otobüste şoför muavini olarak çalıştığı sırada işverene ait aracın sürücüsü ile dava dışı üçüncü kişiye ait araç sürücüsünün kusurlu hareketleri sonucu meydana gelen trafik iş kazası sonucu ölmüştür. Davalılardan P.Şirketi olayda araç işleteni ve asıl (üst) işveren durumundadır. Hal böyle olunca alt işverenin sorumluluğunun saptanması halinde 506 sayılı yasanın 87. maddesi ve 4857 sayılı yasanın 2. maddesinin 6. fıkrası uyarınca davalı asıl (üst) işveren, alt işveren ile birlikte Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1.2.1989 tarih 1988/10-717 E. 1989/43 K. Sayılı kararında da açıkça belirtildiği üzere müteselsilen sorumludur.
İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğudur. Oysa, Mahkeme işgüvenliği uzmanlarından oluşan bilirkişi heyetinden rapor almadan Ceza Mahkemesinin kusura ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu’ndan aldığı rapor ile sonuca gitmiştir. Hükme dayanak alınan Adli Tıp Kurumu raporu, İş Kanununun 77. maddesinin öngördüğü koşulları gözönünde tutarak düzenlenmemiştir. İşyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve işgüvenliği tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle, kusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde, saptamadıkları anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, kusur raporunun, İş Kanununun 77. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğu söylenemez.
Mahkemece yapılacak iş, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yukarıda açıkladığı biçimde inceletmek, verilen raporu dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirerek ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Öte yandan, 27.3.1957 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere, Borçlar Kanunu’nun 55. maddesi uyarınca istihdam edenin sorumluluğu için kendisinin veya çalıştırdığı kişinin kusuru koşul değildir. Buradaki sorumluluk “ özen ve gözetim ödevinin” objektif olarak yerine getirilmesinden kaynaklanan kusura dayanmayan bir sorumluluktur. İstihdam edenin sorumluluğu için, istihdam edenle istihdam olunan arasında çalıştırma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması zararın hizmetin ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağımının bulunması gerekir.
Olayda işverenin aracını kullanan kişinin işveren şirket ortağı olduğu anlaşılmaktadır. Araç sürücüsünün sadece işveren şirket ortağı olması durumunda kusurlu hareketinden doğrudan işveren şirket sorumludur. İstihdam edilen kişi olması durumunda da, olayın istihdam olunanın kusurlu davranışı sonucu oluştuğu ve nedensellik bağının bulunduğu, giderek yukarıda sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararına dayanılarak istihdam eden durumundaki davalı işverenlerin sorumlu olduğu açıktır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
21.HD.10.10.2005, E. 2005/8163 – K. 2005/9062

TESELLÜM İŞÇİSİ OLARAK İŞYERİ DIŞINDA GÖREVLENDİRİLEN
İŞÇİNİN GEÇİRDİĞİ KAZA SONUCU ÖLÜMÜ

Orman deposu dışında tomrukların teslim edildiği yol kavşağının işin niteliği ve yürütümü bakımından işyerinden sayılması; işyerine bağlı yerlerden sayılmaması durumunda ise, sigortalının işyeri dışında görevlendirildiğinin ve tesellüm işçisi olarak görevli iken kazanın vuku bulduğunun kabulü gerekir.
Hak sahipleri tarafından işveren Orman idaresi aleyhine açılan maddi tazminat davasında bilirkişi, sigortalı işçinin tomruk deposunda tesellüm işçisi olarak görevli olduğunu, yüksek tonajlı kamyonların depoya kadar gelememesi nedeniyle tomrukların depodan kamyonların durduğu tali yol ayrımına kadar üçüncü şahıslara ait traktörle nakledilip yol ayrımında kamyonlara tesellüm makbuzu karşılığında teslim edildiğini, olay günü öğle yemeğinden sonra depodan traktöre nakledilmekte olan tomrukların traktör sürücüsünün ıslanıp elbise değiştirmek için ayrılması sırasında, traktörün tesellüm işçisi Kazım tarafından kamyona yanaştırılırken traktörün devrilip altında kaldığını ve öldüğünü olayın işkazası olduğunu belirtmiş, mahkeme de olayın işkazası olduğunu kabul etmiştir.
Orman idaresinin temyizi üzerine Dokuzuncu Hukuk Dairesi, sigortalı Kazım’ın tesellüm işçisi olduğunu olayın bilirkişi tarafından ifade edilen biçimde meydana geldiğini kabul edip olay ile işverenin fiili arasında uygun neden-sonuç bağı bulunmadığı ve olayın işkazası sayılamayacağı gerekçesi ile kararı bozmuş, bozma hakkında mahkemece bir karar verilmeden davanın takip edilmemesi nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Haksahibi dosyasında bilirkişi, mahkeme ve Dokuzuncu Hukuk Dairesi, muris Kazım’ın, orman deposu dışında kamyonların durduğu yol kavşağında tomrukları teslim edip tesellüm kağıdını almakla görevlendirilmiş olduğunu kabul etmiş, bu konuda işveren tarafından herhangi bir itiraz sebketmemiş, sigortalı Kazım’ın olay günü deponun dışında, yol kavşağında tesellüm işçisi olarak görevli olmadığı iddia edilmemiş ve giderek bu konuda delil getirilmemiş olduğundan sigortalının tesellüm işçisi olarak depo dışında görevlendirilmiş olduğunun kabulü gerekir.
Orman deposu dışında tomrukların teslim edildiği yol kavşağının 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 5. maddesi 2. fıkrasında yazılı işin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yer olarak kabulü halinde bu yer de işyerinden sayılacağından olayın işyerinde meydana geldiğinin, anılan Kanunun 11/A-a maddesi koşullarının gerçekleştiğinin ve işkazası olduğunun kabulü gerekir. İşyerine bağlı yerlerden sayılmaması halinde ise, sigortalının işyeri haricinde görevlendirildiğinin ve tesellüm işçisi olarak görevli iken kazanın vuku bulduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Her iki halde de anılan kanunun 11. maddesi koşullarının gerçekleşeceği olayın işkazası sayılacağı Dokuzuncu Hukuk Dairesi kararının kesin yargı durumunu oluşturmadığı düşünülerek gerektiğinde yukarıda açıklandığı şekilde sair deliller de toplanmak sureti ile sonucuna göre karar vermek gerekirken davanın reddi isabetsizdir. O halde, davacıların bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
10.HD.18.09.1990, E.1990/6897 – K.1990/7605

TRAFİK-İŞ KAZASI – KAÇINILMAZLIK OLGUSU
İŞVERENİN SORUMLULUĞU İÇİN KUSURUN ŞART OLMAMASI
İstihdam edenin sorumluluğu için kendisinin veya çalıştırdığı kişinin kusuru koşul değildir.
Mahkemece, olayın yüzde yüz kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin kabulü ile istemin tümden reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Davacı, işkazası sonucu maluliyetinden doğan tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, olayın yüzde yüz kaçınılmazlık olduğu gerekçesiyle istemi reddetmiştir.
Oysa, 27.3.1957 tarih, 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da açıklandığı üzere, BK’nin 55. maddesi uyarınca istihdam edenin sorumluluğu için kendisinin veya çalıştırdığı kişinin kusuru koşul değildir. Buradaki sorumluluk “özen ve gözetim ödevinin” objektif olarak yerine getirilmemesinden kaynaklanan kusura dayanmayan bir sorumluluktur. Ne var ki istihdam edenin sorumluluğu için, istihdam edenle istihdam olunan arasında çalıştırma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması, zararın hizmetin ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması, eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir. Mahkemenin belirtilen bu hukuksal olguları dikkate almaksızın, olayın yüzde yüz kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin kabulü ile istemin tümden reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. Şu durumda yapılacak işlem; işin esasına girmek ve olayın oluş biçimini de gözeterek, işverene % 50’den aşağı olmamak üzere bir sorumluluk vermek ve sonuca gitmektir. Mahkemenin yukarıda belirtilen maddi ve hukuksal olguları dikkate almaksızın istemi tümden reddetmesi ve işin esasına girmemesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
21.HD.25.03.1997, E.1997/2108 – K.1997/2195

 

TRAFİK KAZALARINDA ZAMANAŞIMINA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI

I- İŞLETEN HAKKINDA CEZA ZAMANAŞIMI
UYGULANACAĞINA İLİŞKİN KARARLAR:

Davanın cezayı gerektiren bir eylemden kaynaklanması halinde, hem işleten ve hem de sürücü yönünden Ceza Kanunu’nun öngördüğü ceza zamanaşımı uygulanır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 109. maddesinde bu tür zararlar için iki yıllık zamanaşımı öngörüldükten başka aynı maddenin ikinci fıkrasında davanın cezayı gerektiren bir eylemden kaynaklanması durumunda Ceza Kanunu’nun öngördüğü ceza zamanaşımının uygulanacağı açıklanmıştır. Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde de genel zamanaşımı dışında eylemin suç oluşturduğu durumlarda uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanacağı öngörülmüştür. Yine Karayolları Trafik Yasası’nın 109. maddesinde motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazmini konusundaki istemlerin bu yasadaki sürelere bağlı olduğu belirtilmiş bulunmakla, bu bağlamda işletenle sürücünün aynı zamanaşımına tabi olduğu sonucuna varmak gerekir.
4.HD.10.11.1998, 7266-8701 (YKD.1999/2-174)

Davanın cezayı gerektiren bir eylemden doğması halinde, uzamış ceza zamanaşımı, işleten ile sürücü ayrımı yapılmaksızın her ikisine de uygulanmalıdır.
Maddi tazminat yönünden 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2 ve manevi tazminat yönünden ise aynı Kanunun yollamasıyla BK.nun 60/2. maddeleri hükümleri, davanın cezayı gerektiren bir eylemden doğması halinde zamanaşımını uzamış ceza zamanaşımına tabi tutmuştur. Kanun, dayanışmalı sorumlu durumunda bulunan işletenler ile sürücü arasında bir ayrım yapmamıştır. Olayda, davalı sürücünün eylemi suç oluşturmakla, burada zamanaşımı süresi ceza zamanaşımı süresi olup, davada uzamış ceza zamanaşımı dolmuş olmadığı halde, davanın maddi ve manevi tazminat isteklerine ilişkin olarak reddi isabetsizdir. 19.HD.9.12.1993, 1992/10288-1993/8465 (YKD.1994/5-791)

2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın öngördüğü uzamış (ceza) zamanaşımı sürücü olmayan işletenleri de kapsar.
Dava, trafik kazasındaki yaralanmadan doğan zararın giderimine ilişkindir. Davaya konu olayın suç teşkil etmesi nedeniyle davada uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanacağı, 2918 sayılı Yasa’nın 109.maddesinin bir gereğidir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 109/2. maddesinde uzamış zamanaşımına ilişkin kuralın işleteni de kapsadığı kabul edilmiştir. Bu nedenle yerel mahkemenin ceza zamanaşımının işleten hakkında uygulanamayacağına ilişkin gerekçesi doğru görülmemiştir.
4 HD. 20.09.1999,5261-7312 ( Yasa HD., 2000/8-1094, no:468)

Ceza zamanaşımı süresinin, işletenler hakkında da uygulanması gerekir.
Dava, cezayı gerektiren bir eylemden doğmuşsa ve Ceza Yasası bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüşse, bu süre maddi ödence istekleri için de geçerlidir.
2918 sayılı KTKnun 109. maddesi birinci fıkrasında, sürücü veya işleten arasında bir ayırım yapmaksızın iki yıllık olağan zamanaşımı süresi kabul edilmiştir. Onu takiben ikinci fıkrasında ise: Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmü kabul edilmiştir. Maddenin iki fıkrası arasındaki bağlantı gözetildiğinde ceza (uzamış) zamanaşımı süresinin işletenler hakkında da uygulanacağı kabul edilmelidir. Çünkü birinci fıkrada işleten ve sürücü hakkında bir ayırım yapılmaksızın maddi tazminat talepleri için iki yıllık zamanaşımı süresi kabul edilirken ikinci fıkrada “dava” ve “maddi tazminat talepleri de” sözcükleriyle birinci fıkradaki sistem aynen benimsenmiştir.
Diğer taraftan KTK.nun 85/son fıkrasında işletenin “aracının sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan (eylemi şeklinde anlaşılmalıdır) kendi kusuru gibi sorumlu olacağı” kabul edilmiştir. Bu maddenin amacı, işletenin bu kişilerin kusuruna dayanarak sorumluluktan kurtulmasını önlemektir. İşletenin sorumluluğu genel olarak sebep sorumluluğu ve özel olarak tehlike sorumluluğunun niteliğinden ileri gelmektedir.(m.85/1).Asıl amacı açıklanan 85.maddenin son fıkrasından yararlanarak ceza zamanaşımıyla ilgili yukarda açıklanan yorumu güçlendirme olanağı da vardır.
(3.HD. 13.6.1988-1277/6292; YKD., 1988/9- 1212)

Karayolları Trafik Kanunu 109/2. maddesinde belirtilen uzamış zamanaşımı kuralının araç işletenini de kapsadığı kabul edilmelidir.
Davaya konu olay suç teşkil etmesi nedeniyle dava, uzamış zamanaşımına tabidir. Bu nedenle Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2. maddesinde belirtilen uzamış zamanaşımı ile ilgili kuralın işleteni de kapsadığı kabul edilmek gerekir. Milli Savunma Bakanlığı olaya neden olan aracın maliki ve işleteni bulunduğuna göre bu yön gözetilmeksizin davalı idare aleyhine açılan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup karar bozulmalıdır.
4.HD. 15.04.1999, 1463-3275 (İBD.2000/2-554)

Haksız eylemin suç teşkil etmesi ve bu suçun daha uzun bir zamanaşımına tabi olması halinde, hukuk davasındaki istemler hakkında dahi o suç için öngörülen ceza zamanaşımı uygulanır. Trafik kazasından doğan tazminat istemlerinde bu kural hem sürücü ve hem de işleten için geçerlidir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 109. maddesinde, Borçlar Kanununun 60. maddesindeki genel kural olan bir yıllık süreden farklı iki yıllık zamanaşımı süresinin esas alındığı, ancak, eylemin cezayı gerektirmesi durumunda da ceza zamanaşımının uygulanacağını belirterek sonuçta, Borçlar Kanunundaki genel düzenleme ile paralellik sağlanmıştır. Yine aynı madde de bu sürelerin sadece sürücü hakkında geçerli olabileceğini açıkça belirtilmediği gibi tazminatın sorumlulardan isteneceği belirtilerek işletenin de aynı kurala tabi olduğu kabul edilmiştir. Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları bu yöndedir.
4.HD. 8.4.1999 gün 1163-3022 sayılı kararı. (YKD. 1999/9-1208)

Uzamış (ceza) zamanaşımı işletenleri de kapsar.
Olay, trafik kazası sonucu gerçekleşen tazminat istemine ilişkindir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 109. maddesinde bu tür zararlar için iki yıllık zamanaşımı süresi öngörüldükten başka aynı maddenin ikinci fıkrasında davanın cezayı gerektiren bir eylemden kaynaklanması durumunda Ceza Kanununun öngördüğü ceza zamanaşımının uygulanacağı ifade edilmiştir.Borçlar Kanununun 60. maddesinde de genel zamanaşımı dışında eylemin suç teşkil ettiği durumlarda ceza (uzamış) zamanaşımının uygulanacağı öngörülmüştürYine Karayolları Trafik Yasasının 109. maddesinde motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazmini konusundaki taleplerin bu yasadaki sürelere bağlı olduğu ifade edilmiş bulunmakla, bu bağlamda işletenle sürücünün aynı zamanaşımına tabi olduğu sonucuna varmak gerekir.
4.HD. 18.02.1999, 1998/9746-1999/1189 (YasaHD., 2000/6-850, no:357)

Uzamış (ceza) zamanaşımı işleten hakkında da uygulanır.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan yaralanma nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davalı işleten hakkında ceza zamanaşımı uygulanamayacağı gerekçesi ile istemin reddine karar verilmiştir. Oysa Karayolları Trafik Kanunu 109. maddesi uyarınca zamanaşımı süresi ceza zamanaşımı olup, bu süre işleten hakkında da uygulanır.
4.HD.28.02.2000, 1999/9862-2000/1038

Uzamış (ceza) zamanaşımı ile ilgili kuralın işleteni de kapsadığını kabul etmek gerekir.
Dava, trafik kazası sonucu desteklerini kaybeden davacıların tazminat isteklerine ilişkindir. Mahkemenin kabul ettiği gibi olayda 2918 sayılı KTK.nun 109. maddesinde belirtilen iki yıllık olağan zamanaşımı süresi dolmuş ise de davaya konu olan olayın suç teşkil etmesi nedeniyle dava, uzamış (ceza) zamanaşımına tabidir. Bu husus, BK.nun 60. maddesinde açık biçimde düzenleme altına alınmıştır. 2918 sayılı KTK.nun 109. maddesinde, yasanın uygulandığı alanlarda ceza zamanaşımının uygulanacağı ifade edilmiştir. Dava konusu olayda, davalı, davacının desteğinin içinde bulunduğu aracın işletenidir. 2918 sayılı KTK.nın 109/2. maddesinde belirtilen uzamış zamanaşımı ile ilgili kuralın işleteni de kapsadığını kabul etmek gerekir. Anılan yön gözetilmeksizin davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan karar bozulmalıdır.
4.HD. 9.3.2000, 2105-2277

Trafik kazasından kaynaklanan tazminat davalarında, 2918 sayılı yasanın 109/2. maddesinde getirilen uzamış zamanaşımı ile ilgili kuralın araç işletenini de kapsadığı kabul edilmelidir. (2918 sa. Trafik K. m.85, 109, 109/2)
2918 sayılı KTK.nun zamanaşımına yönelik hükümlerini düzenleyen 109. maddesinde sürücü ile işletenler arasında zamanaşımı yönünden bir ayrım yapılmamıştır. Araç işleten aynı Yasanın 85. maddesi gereği araç sürücüsünün kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu olup, “tazminat yükümlüsü” kavramı içerisinde değerlendirilmelidir. Şu durumda aynı Yasanın 109/2. maddesinde getirilen uzamış zamanaşımı ile ilgili kuralın işleteni de kapsadığı kabul edilmelidir. Nitekim yerleşik yargı içtihatları da bu yöndedir. O halde yerel mahkemenin işleten hakkında da uzamış (ceza) zamanaşımı süresini gözetmeden, işletene yönelik davayı zamanaşımından reddetmesi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir.
4.HD. 23.01.2003, 2002/9945-2003/760 (YKD. 2003/5-695)

KTK. 109/2’deki uzamış ceza zamanaşımı işleteni de kapsar.
Karayolları Trafik Kanununun 109/2’deki düzenlemenin işleteni de kapsadığı kabul edilmiştir. Yerel mahkemece aracın işleteni olan davalı hakkında uzamış zamanaşımı süresi gözetilmeden olağan zamanaşımına göre davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.”
25.01.2001, 2000/9726-2001/649

Ceza zamanaşımı işleten bakımından da geçerlidir.
KTK. 109/2. maddesinde sürücü ve işleten yönünden bir ayrım gözetilmemiştir. Bu nedenle maddede belirtilen ceza zamanaşımı işleten bakımından da geçerlidir. Somut olayda beş yıllık ceza zamanaşımı geçmeden dava açıldığına göre işleten yönünden de davanın görülüp sonuçlandırılması gerekir. 4 HD. 10.5.1996, 3507-3971

İşleten, sürücünün kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu olduğundan, işleten hakkında da ceza zamanaşımı uygulanır.
2918 sayılı Yasanın 85/4. maddesinde, işletenin araç sürücüsünün kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu olacağı belirtilmiştir. Aynı Yasanın 109/2. maddesi hükmü uyarınca, dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörürse, bu süre tazminat talepleri için de geçerlidir. Bu nedenle, somut olayda uzamış beş yıllık ceza zamanaşımının uygulanması gerekir.
19.HD. 4.3.1996, 666-1842

II- SİGORTACI HAKKINDA DA UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI
UYGULANACAĞINA İLİŞKİN KARARLAR

Dava konusu alacağın suç sayılan eylemden kaynaklandığı dikkate alınarak davalı sigortacı hakkında da uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.
Dava, davalı sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olduğu aracın, davacıların murisinin ölümüne neden olmasından kaynaklanan destek tazminatı istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Oysa, 2918 sayılı KTK’nun 109/2.maddesindeki, davaya konu alacağın suç oluşturan bir fiilden kaynaklanmış ve Ceza Kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri için de geçerli olacağına ilişkin hükmü uyarınca, davalı Trafik Sigortacısı hakkında ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Kaldı ki, anılan Yasa hükmünde ve Trafik Sigortası Genel Şartları’nın 17.maddesinde bu hususa aynen yer verilmiş bulunulmaktadır.
Bu durumda mahkemece, davalı sigorta yönünden zamanaşımı definin yukarda yapılan açıklamalar çerçevesinde değerlendirilerek, sonucuna göre gerektiğinde davanın esasına girilmek gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
11.HD. 06.07.2006, E.2005/7638 K.2006/8094 (İBD.2007/2-812)

Uzamış ceza zamanaşımı işleten ve trafik sigortacısı hakkında uygulandığına göre Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı hakkında da uygulanmak gerekir.
2918 sayılı KTK’nun “ortak hükümler” başlığı altında yer alan ve 109/2.maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin, işleten ve bunun hukuki sorumluluğunu üstlenen Zorunlu Trafik Sigortacısı hakkında da uygulanması gerektiğine göre, zorunlu trafik sigortası bulunmayan bir araç için, husumet yöneltilen Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı hakkında da uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Nitekim, ne bu Yasada, ne de Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı Yönetmeliği’nde de bu hususun aksinin kabulünü gerektirecek herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu durumda, olay tarihi ile ıslah tarihi arasında geçen süre itibariyle ceza zamanaşımı süresinin, ıslah dilekçesi ile artırılan maddi tazminat miktarı bakımından dolmadığı gözetilerek esas girilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu bölüm istemin (2) yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
11.HD.11.07.2005, E. 2004/10777 K.2005/7464 (Yargı Dünyası,2006/1-104)

Davalı sigorta şirketi yönünden ceza davası olmadığı gerekçesiyle ceza zamanaşımının uygulanmayacağı görüşü yanlış olup, KTK 109/2.maddesi gereği davalı Trafik Sigortacısı hakkında da uzamış ceza zamanaşımının uygulanması gerekir.
2918 sayılı KTK’nun 8.kısım 5.bölüm “Ortak Hükümler” başlığı altında yer alan 109/2.maddesindeki “davanın cezayı gerektiren bir fiilden doğmuş olması ve Ceza Kanunu’nun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri için de geçerli olacağına dair hükmü uyarınca davalı trafik sigortacısı hakkında ceza zamanaşımının uygulanması gerekir. Ayrıca, KTK’nun 98/1. ve 99/1. maddeleri tedavi ve diğer trafik sigortası kapsamına giren zararların sigortacıya bildirilmesinden itibaren 8 iş günü içinde ödeme zorunluluğu getirildiğine göre, zamanaşımı süresinin sigortacıya yapılması gerekli ihbar tarihinden itibaren başlatılması gerekir. Bu itibarla, davalı sigorta şirketi yönünden açılan davanın zamanaşımına uğramadığı, drolayısıyla davanın süresinde açıldığının kabulü ile işin esasına girilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
11.HD. 28.06.2004, E.2003/13227 K.2004/7147

Sigorta şirketi hakkında ceza zamanaşımı uygulanmasında bir yanlışlık yoktur.
Dairemizin yerleşik içtihatlarına göre, sigortacı hakkında ceza zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün bulunmasına göre, davalı Sigorta vekilinin HUMK’nun 440.maddesinde sayılan hallerden hiçbirini içermeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir.
11.HD.28.04.2000, E.2000/3653 K.2000/3626 (Kazancı Yazılım)

Trafik Sigortası bulunmayan aracın çarpması sonucu ölüm nedeniyle açılan tazminat davasında, Karayolları Trafik Garanti Sigortası Hesabı hakkında da uzamış ceza zamanaşımı süresi uygulanır.
Davacılar vekili, davacıların murisinin kullandığı mobilete Trafik Sigortası bulunmayan bir aracın çarpması sonucu murisin ölmesi nedeniyle annesinin destekten yoksun kaldığını ileri sürerek hesaplanan ve ıslahla artırılan maddi (destek) tazminatının temerrüt faiziyle davalı Karayolları Trafik Garanti Sigortası Hesabından istemiştir.
Davalı vekili, 2918 sayılı KTK’nun 109 ve Karayolları Trafik Garanti Sigortası Hesabı Yönetmeliği’nin 12’nci maddesi uyarınca motorlu araç kazalarından doğan zararın tazminini ilişkin isteklerde zamanaşımı süresinin 2 yıl olduğunu, uzamış (ceza) zamanaşımı süresinin Garanti Sigortası Hesabı açısından uygulanmayacağını, davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, kazada birden fazla kişinin öldüğü, davanın uzamış ceza zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
Sonuç: Yukarda açıklana nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına oy birliğiyle karar verildi.
11.HD.23.01.2006, E. 2005/343 K.2006/385 (Kazancı Yazılım)

III- MANEVİ TAZMİNAT İSTEKLERİNDE CEZA ZAMANAŞIMI
UYGULANACAĞINA İLİŞKİN KARARLAR

Trafik kazasında yaralanma nedeniyle açılan manevi tazminat davasına, 2918 sayılı KTK.109/2 ve BK.60/2. maddeleri uyarınca uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
Davacı, davalıya ait araç sürücüsünün çarpması sonucu yaralanması nedeniyle tedavi gideri ve BK. 47. maddesi uyarınca manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalılar süresi içinde zamanaşımı defini ileri sürmüşler, olay tarihinden bu yana iki yıllık süre geçtiğinden davanın zamanaşımı nedeniyle reddini savunmuşlar ve yerel mahkemece savunma doğrultusunda dava zamanaşımı nedeniyle reddedilmiştir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 109/1. maddesinde motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin taleplerin iki yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir. Ne var ki, yaralanma nedeniyle manevi tazminat ve tedavi giderine ilişkin istekler, 2918 sayılı Yasa’nın 109/2. ve BK.60/2. maddelerindeki uzamış zamanaşımına tabi olup fiil cezayı gerektirdiğinden ve ceza kanunu bu fiil için beş yıllık zamanaşımı süresi öngörmüş olduğundan, ayrıca dava tarihinde ceza zamanaşımı süresi dolmadığından, işin esası incelenerek varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
4. HD.18.02.2001, 2000/10296-2001/1183 (YKD. 2001/10-1504)

Trafik kazasından kaynaklanan manevi tazminat davasında, eylemin suç oluşturması nedeniyle uzamış ceza zamanaşımı uygulanır.
Dava, trafik kazası nedeniyle uğranılan manevi zararın ödettirilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava zamanaşımından reddedilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 109/1. maddesinde motorlu araç kazalarından doğan tazminat istemlerinin iki yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, eylemin suç teşkil etmesi durumunda ceza zamanaşımının uygulanacağı öngörülmüştür. Borçlar Kanununun 60/2. maddesinde de eylem aynı zamanda suç oluşturuyorsa o suç için öngörülen ceza zamanaşımı süresi uygulanacağı hükmü yer almıştır. Zararlandırıcı eylemin suç oluşturduğu tartışmasızdır. Bu bakımdan dava konusu eylem için Türk Ceza Kanunu’nda belirtilen ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. .
4.HD.01.11.2001, 5890-10660 (YKD.2002/2-191)

Motorlu araç kazaları nedeniyle uğranılan zararlar cezayı gerektiren bir eylemden doğarsa, 2918 sayılı KTK.da belirtilenden daha uzun bir zamanaşımı süresi uygulanır. Bu süre, manevi zararlar hakkında da geçerlidir.
Dava, trafik kazası sonucu cismani zarara uğrayan davacının tazminat istemine ilişkindir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2. maddesine göre; “Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunuyorsa, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” Yargıtay’ın uygulamasına göre bu hüküm, trafik kazasında uğranılan manevi zararlar için de geçerlidir.
4.HD. 7.3.1996, 1033-1461 (YKD.1996/5-715)

Manevi tazminata konu haksız eylem suç oluşturuyorsa, ceza zamanaşımı uygulanır.
Trafik kazası sonucu desteklerini kaybeden davacılar, manevi tazminat isteminde bulunmuşlar; Mahkemece, istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile dava reddedilmiştir.
Davaya konu edilen haksız eyleme, öncelikle daha özel olan Trafik Yasası’nın uygulanacağı doğaldır. Şu durumda anılan yasanın 109. maddesindeki düzenlemenin kapsamı üzerinde durmak gerekir. Maddenin ilk fıkrasında “maddi zarardan” söz edilmiş, ikinci fıkrasında ise “…bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” düzenlemesi getirilmiştir.
Açıklanan şu duruma göre, anılan yasanın manevi tazminatla ilgili olarak bir düzenleme getirip getirmediği tartışılabilir. Yasanın hukuki sorumluluğu düzenleyen 85 ve devamı olan maddelerde, maddi ve manevi zarar ayrımı yapılmadan zarardan söz edilmiştir. Ne var ki, 109. maddede, “maddi zarar”,”maddi tazminat” sözcüklerini kullanmıştır. Bu yazılış biçiminden, yasa koyucunun, trafik kazaları sonucu istenebilecek manevi tazminat taleplerindeki zamanaşımı süresini, maddi tazminattan ayrı tuttuğu, hatta manevi tazminat konusunun düzenlenmediği düşünülemez. Yasanın sözcüklerine değil, konuş amacına bakıldığında, böyle bir ayrımın hukuk ve yasa tekniğine uygun düşmeyeceği gibi, istem konusu olan tazminatın türü ile de bağdaşmamaktadır. Aksi halde sadece trafik kazaları nedeniyle maddi ve manevi zararlar için ayrı zamanaşımı süreleri öngörülmüş olur ki, bu da eşitlik ve genellik ilkesi ile bağdaşmaz. Anılan yasanın anılan maddesinin ikinci bendinde, “…bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” demek ve “de” tamamlamasını kullanmakla, başka bir tazminat türünde de bu bağlamda manevi tazminatın varlığını kabul ettiği sonucuna varılabilir. Aksi halde, hukuk tekniği bakımından uygun görülemeyecek bir sonuç ortaya çıkmış olacaktır.
Ayrıca, Karayolları Trafik Yasası’nın yürürlüğe girdiği günden bu yana, görülen uygulamada, zamanaşımı süresi bakımından iki tazminat türü arasında bir ayrım gözetilmemiştir. Yerleşmiş biçimde her iki tazminat türüne aynı zamanaşımı uygulanmıştır.
18.01.2000, 1999/9822-2000/192

Manevi tazminat davasında, işleten hakkında da uzamış ceza zamanaşımı uygulanır.
2918 sayılı KTK.nun 90. maddesinde, manevi tazminat davaları hakkında Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüş, başka bir deyişle bu hususta BK.60. maddesine yollamada bulunulmuştur. Bu nedenle, işleten hakkında BK.60/2. maddesinde yer alan uzamış ceza zamanaşımı uygulanmalıdır.
19.HD.30.09.1994, 4413-8492

IV-ÖLÜM, YARALANMA, ARAÇ HASARI BİR ARADA İSE,
ARAÇ HASARINA DA CEZA ZAMANAŞIMI UYGULANACAĞINA
İLİŞKİN KARARLAR:

Araç hasarının yanı sıra, aynı kazada yaralanma da varsa, işletene ve sigortacıya karşı açılan davada,iki yıllık zamanaşımı değil, KTK. 109/2. hükmü gereğince uzamış ceza zamanaşımı uygulanır.
Davacı vekili, davalıların maliki, sürücüsü ve zorunlu trafik sigortacısı olduğu aracın Kasko Sigortalı araca çarpması nedeniyle ilgilisine tazminat ödendiğini ileri sürerek, kusur durumuna göre ödenen miktarın faiziyle birlikte rücuan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Dava TTK’nun 1301. maddesine dayalı rücuen tazminat istemine ilişkin olup taraflar arasındaki uyuşmazlık yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar, davalı araç maliki Aras Kargo A.Ş.’ne yöneltilen dava 2 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesi ile ret edilmiş ise de, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2 maddesi hükmü gereğince, dava cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.
Dava konusu olay ile ilgili düzenlenen trafik kaza tutanağı içeriğine göre aynı zamanda yaralanma da mevcut olduğuna göre, mahkemece, ceza zamanaşımı bakımından da delillerin tartışılması ve inceleme yapmak gerekirken, bu husus gözden kaçırılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
11.HD.15.11.2001, 5934-9015 (İBD 2003/2-472)

Yaralanma ile birlikte araç hasarı da varsa, araç hasarı için açılan davaya dahi iki yıllık değil, 2918 sayılı KTK.109/2, TCK.459/2. ve 102/4. maddeleri uyarınca beş yıllık zamanaşımı uygulanır.
Dava, trafik kazası nedeniyle davalıya ait araçta oluşan hasardan dolayı tazminat istemine ilişkindir.
Yerel mahkemenin, davalı hakkında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralanmaya neden olmak suçundan ceza davası açılmış olması nedeniyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2. maddesi uyarınca, görülmekte olan davanın beş yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğu, bu duruma göre, dava zamanaşımının gerçekleşmediği gerekçesiyle ve bilirkişi raporunu esas alarak verdiği davanın kısmen kabulüne dair karar, Özel Daire tarafından “araç hasarına ilişkin iki yıllık zamanaşımı süresinin geçirildiği ve davalının itirazının kabulü ile davanın reddi gerekirken, yazılı şekilde tazminatla sorumlu tutulmasında isabet görülmediği” gerekçeyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda,mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’ca yapılan inceleme sonucu:
Somut olayda, davalı sürücünün neden olduğu, bir kişinin yaralanması ve davacıya ait aracın hasara uğramasıyla sonuçlanan trafik kazasının, aynı zamanda Türk Ceza Kanununun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması; bu eylemle ilgili ceza davasının, anılan hükümde öngörülen cezanın türü ve süresi itibariyle, aynı kanunun 102/4. maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması; davanın kaza tarihi üzerinden beş yıl geçmeden açılması karşısında, somut olayda zamanaşımının gerçekleşmediği açıktır.
2918 sayılı yasanın anılan hükmünün, gözden kaçırılmaması gereken yönü, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin ceza kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Bu düzenlemenin iki ayrı sonucu bulunmaktadır: Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte, bunun dışında, fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır. Dahası, sözkonusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından, sürücü ve diğer sorumlular (örneğin işleten) arasında bir ayırım da yapılmamış; böylece, kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür.
Bu durumda, yerel mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararı yerindedir. Ne var ki, davalının esasa ilişkin temyiz itirazları dairesince incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya özel dairesine gönderilmelidir.
HGK.10.10.2001, E. 2001/19-652 K. 2001/705 (Yargı Dünyası, 2002/1-20)

Hasar bedelini Kasko Sigortasından ödeyen sigortacının açtığı rücu davasında, olayda bir yolcu da yaralanmış olmasına göre, 2918 saydı KTK’nun 109/2. maddesindeki uzamış ceza zamanaşımı süresinin maddi zararlara da uygulanması gerekir.
Davacı vekili, davalıların maliki ve sürücüsü bulunduğu araçla müvek¬kiline ait Kasko Sigortalı aracın çarpışması sonucu, sigortalı araçta meydana gelen hasar bedelinin sigortalıya ödendiğini, davalıların ödememesi nede¬niyle, davalılar aleyhine icra takibi başlattıklarını, ancak davalıların itirazı ile takibin durduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile % 40 icra inkâr tazmi¬natının davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, alacağın iki yıllık zaman aşımına uğradığını, kusur oranını kabul etmediklerini, icra inkar tazminatı verilemeyeceğini davanın bu nedenlerle reddini istemiştir.
2918 sayılı Karayol¬ları Trafik Yasası’nın 109/2. maddesinde “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngör¬müş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmü öngörülmüştür. BK’nin 60. maddesinde de, aynı hüküm mevcuttur. Olayda bir yolcu yaralanmış olmasına göre TCK’nin 102. maddesi gereğince dava zaman aşımı 5 yıldır. Bu konuda bir ceza davası açılmamış olsa bile, dava zaman aşımı süresinin 5 yıl olacağının kabul edilmesine göre, davalı vekili¬nin temyiz itirazlarının reddi ile kararın onanması gerekmiştir.
11.HD. 16.03.1998 E.1998/196 – 1998/1820